TarihSayfası tarihsayfasi.com



Osmanlılardan Önceki Yerleşimler

Kara ulaşım vasıtalarının kâfi miktarda olmaması, Karade­niz'e akan, seyri sefaine yâni su yolu nakliyesine elverişli ne­hirleri, ekonomik alanda büyük bir değer saymak gerekir ve bu nehirler arasında Tuna, Dinyester, Dinyeper ve Don nehir­lerini mühim saymak icap eder. Hemen ilâve edelim ki Hazer denizine de, Volga nehri akmaktadır. Bu su yollarından akan ticaret gelirleri tabiatıyla ekonomik bakımdan bu su yollan üzerinde mücadele ele geçirmek hususunda sürüp gitmiştir ve gitmeye de devam edecektir. Karadeniz boğazı, yâni İs­tanbul boğazı Karadeniz kapısı olarak ticaret yolunun herkes tarafından ele geçirilmesi hülyasıyla yanıp tutuşulan stratejik hedefti. Hedef olan yerlerin arasında Çanakkale boğazının yer aldığımda hemen hatırlatalım.

Merhum Amiral Afif Büyüktuğrul bakın ne diyor: "Anado­lu vede Balkan yanmadalanyla Ege denizinin kurduğu bu verimli bölgenin doğa yapısıyla, tek bir devletin elinde bu­lunması gerektiriyordu. Bölgeye tek bir devlet sahip olursa o devlet mutlu yaşamanın en büyük adayı oluyordu. Bölgede çeşitli devletler biramda yaşıyorlarsa, birbirleriyle anlaşama­dıkları takdirde kolaylıkla sürükleniverlyoiiardı. Özellikle Anadoluda hiçbir devlet deniz sorunlarını anlayıp bundan yararlanamamışsa, uygarlık kalıntılarını bırakıp târihten yok oluvermişti." beyanıyla imparatorluğu yakalamanın de­nizlerin kontrolünü elde tutmanın gerektiğini vukufla ortava koyuyor.

Ancak bu hedefi anlamak ne derece kolaysa, idareyi kon-rola almak o kadar güçtür, hükmü verirsek söylediğimiz yan­lış olmaz. Nitekim; Akdeniz'i Türk Gölü hâline getirişimizi Barbaros'u ve 1520 yılı sonralarını beklememiz gerekmiştir Osmanlı devleti olarak. Şunun zorluğunuda ispat eden bir başka örnek olarak, Osmanlı'dan evvel bölgeye tam sahip olanın Bizans imparatorluğu olduğunu gösterebiliriz. Bizans'ı târihten kazıyan Osmanlı, denizlerde ki şeriksiz hâkimiyetini ancak altmış seneyi aşan bir zaman diliminde yâni 1453 sonrası ve 1538'deki, Preveze zaferi ile tamamlamaya mu­vaffak olmuştur.

Osmanlı donanması da, ticaret gemileride Kıbrıs, Rodos ve 12 Adalarla diğer stratejik deniz limanlarında üslenen kor­sanlarla hayli zaman mücadele etmiştir. Bunlar Rodos şöval­yeleri, Sent Templier gibi isimler ile organize olmuş ve batı âleminin Osmanlı üzerine uzanan, adetâ ileri karakolu gibi görülmüştür. Yâni dememiz o ki; Papalık başta olmak üzere bütün avrupa devletleri korsanlar ile zaman zaman müttefik hareket etmeyi gerçekleştirmişlerdir. Hemende ilâve edelim ki, Sultan Fâtih İstanbul'u zapt için hazırlığında Rodos şöval­yelerinin dostluğu istemelerine Venedik tehlikesini aşmak için 21/aralık/145 l'de olumlu cevap vermiştir. 20/ara-lık/1522 yılında Kanuni Rodos adasını fethedince Rodos Şö­valyeleri, Malta'ya geçtiler ve Malta şövalyeleri adını aldılar. Malta şövalyelerini 1789'da Fransızlar Malta adasını işgalle sonlandırmışlardır. Anadolu Beylikleri hakkında malumat verdiğimiz bölümde, Selçuk üçbey'lerinin görevleri olan batı istikametindeki savunma ve fetih vazifelerini deniz üzerinde de göstermişler ve Beyliklerin deniz hareketleri hakkında bil­giler vermiş olduğumuzdan Orhan Gâzi'nin, Aslan Karamür­sel Bey'i, 1326 yılında Karasi'den getirtip, Karamürsel dedi­ğimiz yerde, 24 gemisiyle birlikte üslendirmesine gelelim ve donanmayı hümayunun macerasına burdan bakmaya girişe­lim. Sultan Orhan askeri kuvvetlerini, Rumeli tarafına ulaştır­mak için 1345 yılında Anadolu'dan Ceneviz gemileriyle geç­miş vede Edirne'yi almıştı. Farkına vardığı hususun başında şu gelmekte idi. Donanmaya sahip olmamak tâbir-i diğerle, güçlü bir donanmaya mâlik olamamak. Eğer güçlü donan­ması olsaydı, İstanbul'a sancağı Osmanî'yi dikmek ona na­sip olabilirdi. Amma bu seferin şu faydayı da getirdiği bir va­kadır. Çanakkale Boğazı savunmasını Gelibolu'da kurmak ve tehlikeli bir korsan yatağı olan İmroz, şimdiki Gökçeada üze­rine 1347'de çıkarma teşebbüsünde bulunduğunun akabinde 1352 senesinde Marmara denizindeki bütün adaları feth et­mekle Osmanlı'nın çıkışı, deniz takviyesi ile birlikte hız ka­zanmıştı. Orhan Gazi bu arada donanma personeli yetiştir­mek niyetiyle, üsler kurmayı kuvveden fiile çıkardı. Bunun en büyük görüntüsünü Karamürsel'de ilk tersaneyi kurması, teşkil etmiştir. Yassıada'yı ele geçirirken Bizans filosunu ye­nen Osmanlı filosu istikbalinin parlak olduğu işaretini veri­yordu ve Orhan Gazi döneminin, denizcilik üzerinde kısa vadeli yatırımını ilk filoyu Karesi Beyliğinden alması, orta va­deliyi kisavadeliyi Karamürsel civarında tersaneyi inşaasını devreye sokması ve gemi yapımına müsaid ağaçların bulun­duğu havaliyi elegeçirme plânlarına öncelik vermesi olarak değerlendirirken de uzun vadeli de ise, Çanakkale Boğazının öneminin idrâki içinde Gelibolu'yu donanmanın hazırlanaca­ğı savunma ve saldırının üssü'l harekesi yapmayı, fiiliyata dökmesi olarak vasıflandırırken kırsal alan insanı olan teba­asının (müslim, gayri müslim), denizcilik branşında yetişme­sini sağlayana kadar, yabancı eleman istihdamına ve bunla­rın yanına gönüllü olarak kendi İnsanlarımızı koymuş olması, takdire şayan ve bir mareşal plânı sayılması iktiza eder. Sa­yın İiber Ortaylı'nın, bir konuşmasında Osmanlı padişahları­nın ekseriyeti en büyük mareşallerdir demesi, bizim denizle ilgili plânın da Orhan Gazi'yi mareşallikle vasfetmemize ce­saret vermiştir. Sultan 1. Murad'ın Deniz Hareketleri 1360 yı­lında tahta geçen Orhan Gâzi'nin oğlu Murad-ı evvelin deniz ciliğimizie alakalı pederinin, orta ve uzun vadeli hedeflerinin hayat bulmasına yardımcı olduğu asla inkâr edilemez. Çalış­mamızda; bir kaynak olarak değerlendirmeye ve istifadeye çalıştığımız merhum Afif Paşa; mezkûr eserinde , pozitivist bir yaklaşımla meselelere bakan neslin bir mensubu olarak, Bizans imparatorluk ailesinin sistemini, aynen kullandığını üeri sürmüştür ve de kendinden sonrakilerede tehlikeli bir usûl olarak miras olarak bırakmıştı der. Peşinden de İngiliz Amiral Sir Henry Felik Woods'un "Türkiye Anılan" adlı ve çevirisini Amiral Fahri Çoker'in yaptığı veya yaptırttığı hatı­ratından da şu cümleyi alıntılayarak, pozitivist anlayışın şaş­kınlığını maalesef şöyie güçlendirmeye kalkışmış: Wodds de-mekteymiş ki: "İslâmlık; yüzyıllar boyu ilme hizmet eden ve bir çok yeni buluşları gerçekleştiren ve İnsanlığa yarar sağ-iayan, müstesna bir vasıta olmuştur. Ancak kuralları, geri kalmış bir saate benzemiştir. Durmak üzere olan bu saati ayarlamak zamanıda geçmiştir.." Şimdi bu ifade ile, Sultan Murad'in tercih ettiğini ifade ettikleri, Bizans imparatorluk ai­lesi tarzı hayatın takipçilerine kötü örnek oldu demenin. Eğer kast edilen Bizans kraliyetinden hanım almış olması ise se­lefleri de aynı evlilik tarzıyla meşbudurlar ve bu hataysa Os­man Gâzi'ye bu hatayı izafe etmek gerekir. Ancak ortada Bi­zans'a riayet eden bir usûl nerede, kaynaklarda ketum âiie sistemini dinimizin emri olarak benimsemeyi ilke edinmiş bir sülâleye böyle aslı faslı olmayan usûller kullandılar ithamı, bu kıymetli eserin satırları arasında yeri olmaması ger.eken ifadelerdi. Bizim bu hususu belirtmemiz, târih çalışmalarının çok tenkitçisi olur. Bunun çoğu da tenakuzların yakalanma­sına vabestedir. Biz; merhum amiralimizin, denizcilik branşı­na ait değerli bilgi ve irşatlarına baş vururken ehliyetine önem verdik. Merhum da branşında bize göre ehil bir zattı zâten hemen bu mevzuun devamın da poligami yâni müslü-manların taaddüt-ü zevcat birden fazla izdivaç hususunu gündeme getirerek, "..padişahların çeşitli milletlere mensup prenseslerle evlenince bu prensesler, senin oğlun hükümdar olacak, benim oğlum hükümdar olacak diye, saray içinde ve dışında hizipçiliğe başlamışlar ve şehzadeleri birbirine düşür­müşlerdi. Saray entrikaları da bunlardan doğmuştu." demek suretiyle dinin bu husus da olan müsaadesine karşı çıkmayı öneriyor. Merhum haksız sayılmaz onların nesli, subaylarımı­zın ecnebi bayanlarla izdivacın yasak olduğu dönemi yaşa­mıştır. Nice büyük sevdalar, bir zabiti aşık olduğu matmazel ile mesleği arasında tercihe zorlayan kanun ile yaşadılar. Ni­celeri; aşklarını yüreklerinde soğutup subay olarak hayatları­nı devam ettirdiler ki niceleri de aşklarının Kerem'i olup meslekleriyle olan bağları çözdüler. Bilhassa Osmanlı döne­minden beri; denizcilerin giyim kuşam, denizin verdiği zinde­lik ve Cumhuriyet dönemi denizciliğinin cazip kıyafeti sadece bizim genç kızlarımızın kalblerini lerzân (titretmeyip) etmeyip, ecnebi Umanlara giden yiğit leventlerimizin ve patrona­larının âşıkı olan ecnebi milletin matmazel ve madamlarının hayranlığını ve kalplerinin bu gösterişli fizik, munisçe şarklı bakış nice aşk âteşini fırlatan ok gibi olmuştur. İşte ecnebiler ile izdivacı yasaklayan anlayışı tenkid etmeyi göze alama­yanlar, padişah efendilerimizin ve dinin müsaadeside bir kapı aralamak, bir pencere açmak metodunu kendime düstûr et­tiğimden, aynı anlayışın okurlarıma sirayetini arzu ettiğim­den detayları nakilin önemine ayrıca işaret etmek İsterim. Dünya denizlerinin, hele günümüzde çeşitli antlaşmalar vede teşkil olunmuş çeşitli kurumlar kanalıyla beynelmilelliyet an­layışı içinde her milletin gemisinin şerbetçe ve hürriyet ile geşt-ü güzar etmesinin, yâni denizlerde dolaşabilmesinin te­min edilmiş şu olduğu dönemde gemici terimlerinin standar­dının da tâa 1. Murad zamanında uluslararası olarak kabul­lendiğinin isabeti, bir şöven-i lisan veya lisan-ı din hâlinde alınmayıp da meslek lisanı alınmasındaki hazmı da belirt mek gerekir. Dünya denizcilerinin pirî olarak tabii ki Hz. Nuh (a.s) olduğu ileri sürülmesi pek doğru olmakla beraber, İtal­yan, Ceneviz ve Venedik gemiciliğinin yaygınlığı da su götür­mez bir hakikattir. Dolaysiyla bunların bugün bile kullanılan kürek dönemi terimlerini dile getiren; oturak, yarım oturak, al beraber, direk, Çanaklıkla diğer ifadeler, yine gemi parça­larına ve yelkenlerine verilen adlar, bunun yanında komutlar olan, orsa, alabanda, vardavele vealesta orsa alabanda gibi nice terimlerin kabullenilmesini idrak etmek gerekir, ]. Mu­rad; Gelibolu üssünün ve tersanesinin ikmâlini hızlandırmak­ta acele ederken, 1366'da Türk donanmasının ilk plânlı ik­mâl üssünü tamamlamaya muvaffak olmuştu. Bozcaada'nın Venedikliler tarafından, boğaza karşı bir üs olarak kullanıl­ması, Osmanlıların muhalefetine maruz kalmayınca durumu Cenevizli'ler düşünmeye başladılar ve sonunda denizci olan bu iki cumhuriyetin birbirleriyle savaştığı görüldü. Demekki

Osmanlı padişahı güttüğü politikayla, aynı dinden olan bu iki cumhuriyeti savaş karan aldıracak hâle getirmeye muvaffak olmuştu. Sultan 1. Murad; 1371 ile 1374 yılları arasında, Ka­vala, Edirne ve Dramayı almak suretiyle Bizans'ı çenbere al­mış oluyordu. Bizans'ın yardım görebileceği tek yol olarak Ege denizi tarikiydi.

Deniz yolu açık oldukça; bizim için en tehlikeli husus, Bi-zan'sin, Venedik ve Cenevizlilerle uyuşması, bir savunma gurubu teşkil etmesi, bir çok tehlikeye açık olmamıza- sebe­biyet verebilirdi. Bozcaada'ya ses çıkarmayan, padişah bu ileriyi gören siyasetiyle, Rumeli'nde köklerin derinlere dal­masına yol açanzaman dilimini temine yol açmış oldu. İsla -mî gönül fetihlerini Rumeli yakasında nice sevda ve aşk öy­küleriyle islâmlaşan gayri müslim ailelere her geçen zaman­da yenileri katılıyordu. Gönülün, zorbalığa, bâtıla üstün gelişi yaşanıyordu..

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar