Halid İbn Said (r.a.)

Halid İbn Said (r.a.)

ilk Topluluktan Bir Fedaî

Halid İbn Saîd İbnu´l-As, zengin, şerefli ve babasının Kureyş ara­sında lider durumunda olduğu bir aile içinde doğmuştu. Eğer onun soyu hakkında daha fazla bilgi edinmek istersen, işte : Halid İbn Saîd İbnu´l-As İbn Umeyye İbn Abdi´ş-Şems, İbn Abdimenaf... (Abdume-naf´ın oğlu Abduşems´in oğlu Ümeyye´nin oğlu el-As´ın oğlu Saîd´in oğlu Halid].

Nurun iplikleri, Muhammedü´l-Emin´in kendisine Hıra mağara­sında gelen bir vahiyden ve kullarına tebliğ etmek (ulaştırmak) için Allah´tan aldığı bir risalet (peygamberlikken söz ettiğini söyleyerek çekinmeden Mekke´de yürümeye başladığı gün, Halid´in kalbi, konu­şan nuru dinliyordu. Hem de gözleriyle görerek!...

Onun içi sevinçten uçuyordu. Sanki onunla bu risaletin bir ran­devusu vardı. O hareket ve yürüyüşüyle nurun ipliklerini takip etme­ye başlamıştı. Ne zaman kavminden bir topluluğun yeni dinden bah­settiklerini duysa onların yanına oturur ve gizli bir sevinçle onları din­ler, bazan da sözleriyle sohbete renk katardı!...

O durumda birisi onu görse, sakin duruşlu ve sükutu güzel bir genç görürdü. O esnada onun içinde hareket ve sevinçle kutlanan bir bayram vardı. O bayramda davullar çalıyor... Bayraklar yükseliyor.., Borazanlar uğulduyor... İlâhiler okunuyor... Marşlar çalıyordu...

Tam bayram güzelliği, bayram sevinci, bayram duygusu ram gürültüsü olan bir bayram!...

Delikanlı, göğsünü bu büyük bayrama saklıyordu. Babası, oğlu­nun kendi ocağında Muhammed´in davasına gönül verdiğini bilse, onu Abdü Menâfin ilâhlarına kurban ederdi!...

Fakat iç dünyamız bir meseleyle meşgul olduğunda ve bu son had dine vardığında artık onunla meşgul olmaktan kendini alamaz.

İşte bir gün...

Fakat hayır... Henüz gün doğmamıştı, uykusunda devamlı uyanık durumda olan Halid, çok ağır ve çok etkili bir rüyayla meşguldür.

O haide diyoruz ki : Bir gece Halid uykusunda şu rüyayı gördü. Haiid, büyük bir ateşin kenarında dururken babası onu, elleriyle, arka­sından o ateşe doğru itiyor ve oraya atmak istiyordu. Sonra Halid, Resülüliah´ın (s.a.v.) kendisine doğru geldiğini görür ve o mübarek sağ eliyle onu eteğinden çeker, onu ateş ve alevden uzaklaştırır.

O, yeni günündeki hareket plânını almış olarak uykusundan uya­nır, hemen Ebû Bekir´in evine koşar ve rüyasını ona anlatır... Rüyanın hiçbir yoruma ihtiyacı yoktu...

Ebû Bekir ona şöyle dedi :

«? Şüphesiz senin için hayır murad edilmektedir... Gördüğün kişi gerçekten Allah´ın Resûiüdür. Ona tabi o!. Çünkü İslâm seni ateş­ten korur».

Halid, Resûlüllah´ı (s.a.v.) aramaya başlar. Nihayet onun yerini bulur ve onunla görüşür. Hz. Peygamber´e davası hakkında sorular so­rar. O da (s.a.v.) şöyle cevap verir :

«? Tek olan Allah´a inanacaksın ve ona hiçbir şeyi ortak koşmıyacaksın...

Muhammed´in onun kulu ve elçisi olduğuna inanacaksın...

Duymayan, görmeyen, zarar ve fayda vermeyen putlara tapmak­tan vazgeçeceksin...»

Haiid elini uzatıp içten bir sevgiyle Resülüliah´ın (s.a.v.) sağ elini tutar ve şöyle der:

«?Allah´tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim... Muhammed´in Allah´ın elçisi olduğuna şehadet ederim!..." Böylece ruhundaki güçler harekete geçer... İçindeki bayram başlar... Ve haber babasına ulaşır.

Said´in müslüman olduğu gün, ondan önce sadece dört veya beş kişi müsiüman olmuştu. Bu bakımdan o İslâm´a girmekte erken dav­ranan ilk beş kişiden biriydi.

Said İbnu´l-As´ın oğullarından birinin İslâm´a girmekte yarışması, Said´e göre kendisini Kureyş´lilerin alay ve hakaretine maruz kılan Ve kendi otoritesi altındaki dünyayı sarsan bir olaydı.

Böylece, Halid´i yanma çağırıp ona :

«? İlâhlarımıza sövdüğünü duyduğun halde Muhammed´e tabi o duğun doğru mu?...» dedi.

Halid şöyle cevap verdi.

«? Vallahi Muhammed doğrudur...

Ona inandım ve tabi oldum...»

Babası, sille tokat dövdükten sonra onu, evinin hapishanesi line gelen karanlık bir odaya kapattı. Aç ve susuz bırakarak ona iş­kence etmeye başladı...

Halid, üstüne kapatılmış kapının arkasından şöyle haykırıyordu:

«? Vallahi, o doğrudur. Ben ona inanıyorum...»

Said, oğluna yaptığı eziyetin yeterli olmadığını görüp, onu Mek­ke´nin kızgın kumlarına çıkardı.

Orada, üstüne bir gölgelik yapmadan, dudaklarını bir damla su ıslatmadan kızgın ve ağır taşların arasına yatırdı!...

Baba, oğlundan ümit kesince, onu evine götürdü. Ona bazan va-adde bulunuyor, bazan da korku ve tehditler savuruyordu. Halid Hakk´-da direniyor ve babasına şöyle diyordu :

«? Hiçbir şeyden dolayı İslâm´ı terkedemem, onunla yaşayaca­ğım, onun üzerinde öleceğim...»

Saîd haykırdı :

«? Öyleyse defol yanımdan alçak! Lâfa yemin olsun! Senin rız kını keseceğim...»

Halid cevap verdi :

«...Allah rizık verenlerin en hayırhsıdır...

O yiyecek, giyecek ve rahat yönünden bolluk içinde bulunan evi

terketmişti...

Bunları bırakıp fakirlik ve yoksulluğa dönmüştü...

Ama ne gam?,

İmanı, onunla birlikte değil miydi?...

O, tam bir vicdan yüceliğine ve akıbeti konusunda bütün hakkı­na sahip değil miydi?.

O halde açlık neydi, yoksulluk neydi, işkence neydi...

İnsan, kendini Allah´ın Resulü Muhammed´in davet ettiği böyle büyük bir hakla birlikte bulursa, bütün dünyada, sahibinin ve vericisi­nin Allah olduğu bir pazarlıkta nefsini kazanan kimsenin sahip olama­dığı değerli bir şey kalır mı?

Böylece, Halid İbn Saîd işkenceyi fedakârlıkla yeniyor, imanla, yoksulluğun üstesinden geliyordu...

Resûlüllah (s.a.v.) mü´mîn ashabına ikinci defa Habeşistan´a hic­ret etmelerini emrettiğinde Halid İbn Saîd oraya gidenlerin arasın­daydı...

Halid, Allah´ın dilediği kadar orada kalır ve yedinci sene öbür kardeşleriyle birlikte memleketine döner. Müslümanların Hayber´in fethini yeni tamamlamış olduklarını görürler...

Halid, Medine´de doğuşuna şahit olup, temelini atan ilk beş kişi­den biri olduğu yeni müslüman toplumun ortasında kalır. Hz. Peygam­ber (s.a.v.) bir savaş yapsın da, öncüler arasında Halid İbn Saîd ol­masın... Bu mümkün değildi...

Halid, İslâm´daki öncülüğü, vicdanının ve ahlâkının temizliği se­bebiyle sevgi ve takdir makamındaydı..;

O, inancına saygı gösterir, onun değerini düşürmez ve pazarlık konusu yapmazdı.

Vefatından önce Resûlüllah (s.a.v.) onu Yemen´e vali olarak ta­yin etmişti...

O, Hz. Ebû Bekir´in halife seçilip ona biat edildiğini haber alınca, Medine´ye dönmek üzere İşinden ayrıldı...

P, Hz, Ebû Bekir´in üstünlüğü tartışılmayan değerini biliyordu...

Ancak o, müslümanlann halifeliğe en lâyığının Haşiın oğulların­dan birisi olduğu görüşündeydi. Meselâ bu, el-Abbas veya Ali İbn Ebî Talib olabilirdi.

Böylece o, kendi kanaatiyle başbaşa kalıp, Hz. Ebû Bekir´e biat etmedi.

Ama Hz. Ebû Bekir ona olan sevgi ve takdirini devam ettirdi. Onu kendisine biata zorlamayıp biat etmediği için de ona hoşnutsuzluk göstermedi, Müslümanlar arasında adı geçer geçmez, büyük halîfe onu lâyık olduğu şekilde överdi...

Daha sonra Halid İbn Saîd´in kanaati değişti. Bir gün, Ebû Bekir minberdeyken, mesciddeki safları yara yara, onun yanına gitti ve sağ-iam bir biat yaptı...

Hz. Ebû Bekir ordularını Suriye´ye gönderir ve Halid İbn Saîd´e sancak verip, onu ordu komutanlarından biri yapar...

Fakat, kuvvetlerin Medine´den hareketinden önce Halîd İbn Saîd´­in komutanlığına Hz. Ömer itiraz eder ve Halid´in komutanlığı mese­lesinde kararını değiştirmesi için Halife´ye devamlı ısrar eder...

Haber Halid´e ulaşır ve o şundan fazlasını söylemez : «? Vallahi, vazife vermeniz bizi memnun etmediği gi den almanız da üzmemiştir...»

Hz. Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) hemen, özür dilemek, ona yeni du­rumunu açıklamak ve hangi komutanlarla, Amr İbnu´l-As´la mı Am­casının oğludur yoksa Şurahbil İbn Hasene´yle mi birlikte olmak istediğini sormak üzere Halid´in evine koşar.

Halid, ruhunun yüceliğine ve takvasına uygun bir cevap verir:

«? Amcamın oğlu yakınlığı bakımından benim için daha iyidir. Şurahbil ise dini yönünden benim için daha iyidir».

Böylece o, Şurahbil îbn Hasene´nin birliğinde bir er olmayı ter­cih eder...

Ordunun hareketinden önce Hz. Ebû Bekir Şurahbil´i çağırıp ona şöyle dedi :

«? Halid İbn Said´i gözet. Şayet onun yerinde sen, senin yerinde o olsaydı, onun sana ait hakları tanımasını arzu ettiğin gibi, sen de onun senin üzerindeki hakkını tanı.

Şüphesiz sen, onun İslâm´daki yerini biliyorsun... Biliyorsun ki, Resûlüllah, (s.a.v.) o vali iken vefat etmiştr..

Ben onu komutanlığa tayin etmiştim ama sonradan kararımı de­ğiştirdim...

Belki bu, onun dini için iyi olur.

Asker olarak, komutanını seçme konusunda onu serbest bırak­tım ve o da seni, amcasının oğluna tercih etti...

Başına, doğruyu nasihat eden muttaki birinin görüşüne ihtiyaç duyduğun bir iş gelirse, bu konuda kendisine başvurduğun kimseler öncelikle, Ebû Ubeyde İbnu´l-Cerrah ve Muâz İbn Cebel olsun... Ha-lid İbn Said de üçüncü kişi olsun... Şüphesiz onlarda nasihat ve ha­yır bulacaksın...

Onlar olmaksızın tek başına karar vermekten veya kararını on­lardan gizlemekten sakın».

Suriye topraklarındaki Mercu´s-Sufer´de müslümanlarla, Bizans­lılar arasındaki çarpışmalar bütün şiddetiyle devam ediyordu. Allah´ın ecir vereceği kimselerin başında, gençliğinden itibaren azimli, iman­lı ve cesur bir hareketle şehid oluşuna kadar hayat yolunu kateden yüce bir şehid vardı...

Müslümanlar savaşta şehîd düşenleri incelerlerken, her zaman olduğu gibi, onu yine sakin duruşuyla, güzel sükûtuyla ve güçlü az­miyle gördüler ve şöyle dediler:

? Allahım! Halid İbn Said´den razı ol!...» [1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/31-36.
Top