Kosova Savaşı

Kosova Savaşı

İslâm'ı, Avrupa topraklarından mutlaka uzaklaştırma fikr-i sabitinde olan hristiyan devletler, her zaman tetikte bekliyor­lardı. Osmanlı fütuhatının tökezlenmesi için dualar ve temen­nilerde bulunmaktan başka, birbirleriyle temaslarını artırıyor-lardi.

İşkodra Prensinin klavuzluğunun, Osmanlı askerini yağ­macılığa sevkettiği ve 88 senedir mağlubiyet yüzü görmeyen bu mücahidler ordusu, yağma yüzünden acı bir şekilde mev­cudunun dörtte üçünü kaybetmiş ancak 5000 gazi ile bu bozgundan çıkabilmişti. Bozgun, Avrupalıların moralini dü­zeltmiş ve hep birlikte yüklenirsek, acaba bu pehlivanı yıkar, bağlar ve geldiği kıyıların ötesine fırlatabilir miyiz? diye ham hayaller kurarken, bir yandan da hayallerini tatbikata koyma hazırlıklarına başlamışlardı.

Hüdavendigâr Gazi de, o senenin kışını Filibe'de geçirdik­ten sonra, Hüdavendigâr lakabı icabı olarak, bütün İslâm memleketlerinden mücahidleri, yapılacak savaşa davet etti. Kastamonu, Germiyanoğu, Saruhan, Aydın, Hamideli Bey­likleri, bu davete derhal katıldılar. Çünkü meydana gelecek savaş, bir hanedanın veya bir ırkın savaşı değil, Allah indin­de tek din olan İslâm'ın, batılla savaşı idi. Her türlü asabiyye-tin ötesinde o beyler ve halkı, müslüman olarak bu İslâm Orduşuna yardıma severek koştular. Çünkü «Ancak müslüman-lar kardeştin» mealindeki ayet-i kerime, onları bu yüksek şu­ur içinde tutacak ilâhî bir emirdi. Şehzade Bayezıd ve Yakup Bey'ler de kuvvetleriyle beraber Hüdavendigâr'a mülaki ol­dular. Hep beraber hareket edip, Alaeddin ovasına yürüdüler. Kösendil Prensi Kostantin ve askerlerini de yanlarına alarak Kosova meydanına geldiler.

Ehl-i Salip Ordusu çok kalabalıktı. Bu kalabalık hakkında bazı tarihçilerin rivayetini buraya almayı uygun gördük:

Hayrullah Tarihinde; Sultanın Ordusu ikiyüz bin, Ehl-i Sa­lip Ordusu 500.000 dir.

Hammer ise, Haçlı Ordusunu 200.000, Osmanlı Ordusu­nun çok düşük sayıda olduğunu,

Namık Kemal (Şair Namık Kemal) Bey, Osmanlı Ordusu­nu, Haçlı Ordusunun üçte biri olarak 60.000 kişi kabul edi­yor. Bu da düşmanın 180.000 kişi olduğunu gösteriyor.

Tââc'üt-Tevarih'de Hoca Sadeddin Efendi ise; Osmanlı Ordusunu 40.000 olarak kabul ederken, Ordu-yu Hümayun düşmanın beşte biri kadardır diyor ve düşmanın 200.000 ol­duğunu kabul ediyor. Biz de bunların pek büyük farhlıklar ol­madığını, düşmanın üçte bir sayısında Osmanlı Ordusunun, kendisinden üç misli kuvvetle (bu düşman kuvvetinin 15.000 zırhlı süvari olduğu bütün tarihlerde ittifak edilmiştir.) boğuşmuştur diyoruz.

Hüdavendigâr, ordusunu^istirahate aldıktan sonra, harf meclisini topladı. Sırası gelmişken, ordunun istirahate alın­ması demek ne demektir, onu biraz izah edelim: Osmanlı Or­dusu, hazerde ve seferde, din-i mübin'in farz olan hiçbir hu­susunu terk etmemiştir. Namazlarını seferî olarak kılmışlar­dır. Oruçlarını daima tutmuşlardır. Ehl-İ tarik olan askerler, zikirlerini daima yapmışlardır. Tabur imamları, aiay müftüle­ri, askerlere daima vaz-u nasihatte bulunurlar. Sahabe-i kiramın hayatlarından örnekler verirler. Onları, '«Allah için çarpı­şırken ölenler şehiddir. Allah katında makbul olan iki iz var­dır ki, birisi; Allah için ağlıyan gözün yaşlarının izi; diğeri de Allah için yapılan savaşlarda alınan yaraların izi...» hadis-i şeriflerinin izahlarını yaparak onların cesaret ve şecaatlerini galeyana getirirler. İstirahat sırasında, yapacağı işten alacağı mükafaatın şuuruna eren mücahidler, düşman üzerine Allah Allah nidalarıyla öyle bir saldırırlar ki, düşman için mağlubi­yet ve helak olmak kaçınılmazdır. İstirahat; yan gelip yatma veya türlü dedikodularla değerlendirilmezdi. Cenab-ı Hakka ibadet edilir, O'ndan nusret ve zafer istenirdi.

Sultan Murad-ı Hüdavendigâr, harp meciisinde ilk sözü, babasının yadigârı, hac'dan yeni gelmiş olan Evranos Bey'e verdi.

Evranos Bey; düşmanla nerede harp edilecekse, oraya onlardan evvel gidip, iyi bir mevkii tutmak ve ifk hücumu onlara yaptırarak, harp nizamlarının bozulmasının temin edil­mesi reyinde olduğunu söyledi. Timurtaş Paşa, Yahşi Bey, Şehzade Yıldırım ve Yakup Bey'ler, Sadrazam Ali Paşa, Evra­nos Gazi'nin sözünü tasdik ettiklerinden, Sultan Hüdavendi­gâr «benim de fikrim budur. İnşaaİSah harp meydanında tat­biki de mümkün oiur.» dedi. Sultan Murad, Şehzade Yıldırım Bayezfd ve kumandanlarını yanına alarak, Orduyu Hüma­yunu teftişe çıkınca, yüksek bir tepeye tırmandı. Ovaya bir nazar atınca düşmanın çokluğunu gördü. Bunun üzerine; "Ömrümde bu kadar kalabalık ordu görmedim.» dedi.

Çadırına dönen Sultan Murad, tekrar harp meclisini topla­yarak müzekere açtı. Bazı kumandanlar, hristiyanlann deve görmediğini atların develerden çekinebileceğini, İslâm Ordu­sunun develerin arkasına yerleştirilmesini, develerden korka­cak olan düşman atlarının dağılacağı için, harp nizamının bozulacağını söylediler.

Cesur Yıldırım, babasından müsaade alarak «Biz şimdiye kadar, hayvan arkasına saklanıp savşarak mı galibiyetler al­dık? Allah'ın inayet ve siyanetinden başka şeye iltica yok­tur. Bu dinimizin de, devletimizin de şanına yakışmaz.» diyerek itiraz etti.

Sadrazam A!i Paşa ise, sözü alarak, «Ya bir de develer, on­ların zırhlarının çıkardığı seslerden ürker, geriye döner ve bi­zim üstümüze gelirse, halimiz nice olur?» diye Yıldırım'ı destekleyince, bu tedbir gündemden kalktı. Bermutad saf harbinin tertibine geçildi. Evranos Bey, sağ ve sol cenah başlarına biner okçu koymak ve harbin onlarla açılması ge­rektiği hususunda bir fikir beyan etti. Bu fikri de uygun görü­lerek kabul edildi.

Bütün bu tedbirleri alan ve ordunun tertibini kuran Sultan, yine de mahzundu... Çünkü savaş alanında yalnız nefsi değil, İslâmın ordusu vardı. Bu ordu, Anadolu'nun bütün askeriydi. Allah saklasın herhangi bir mağlûbiyet, Rumeli'ye yeni geç­miş birçok Müslüman ailenin mahvına, perişan olmasına se­bep olabilirdi. Hüdavendigâr, bin canı olsa, binini de böyle bir akıbete uğramaktansa, İslâm Milleti için feda etmekten çekinmezdi.

Gazi Hüdavendigâr, tek melcei olan Rabbul Aleminin hu­zuruna durdu. İslâmın hakikatlarına en kutsal mertebelerden nazar etmiş, hakikat mertebesine varmış, herkesin Müslü­manlar Padişahı demesine hak kazanmış temiz bir zat oldu­ğundan, bütün gece hulûs-u*kalb ile Cenab-ı Hak'tan istim-dadda bulundu. Ordu-yu Hümayun'un zaferini kendisinin şe-hadet mertebesine ulaşması için yalvardı, yalvardı...

Sultan, sabahleyin orduyu tanzim ederken sağ cenaha Şehzade Bayezid ile, Rumeli Beylerbeyi Timurtaş Paşa'yı, Evranos Bey, İnce Balaban, Toluca Balaban, Müsteceb Su­başı ve emrindeki fırkaları koydu. Eyalet Askerini Şehzade Yakup Bey'le Anadolu Beylerbeyi Saruca Paşa'yı «Koşundu» askeriyle, Kastamonu Bey'i, Hamideli Bey'i, Menteşe ve Te­ke Beyzadeleri, Germiyan Sipahisiyle İnebey Subaşı'yı, Kara Mukbil Bey'i sol cenaha tayin kıldı. Kendisi Yeniçeri, Kapıku­lu halkı ve Sadrazam ile ortada yer aldı. Ayrıca Evranos Bey'in reyi üzerine, her iki cenaha ve ön tarafa biner kişilik okçu kuvveti koydu.

Düşman tarafında ise, Sırp Kralı Lazar ortada, önünde zırhlı birliklerle Brankoviç, Sırp ve Arnavut askerleriyle sağ tarafta, Bosna Kralı Boşnak ve Bulgar askerleriyle sol taraf­ta, vazife almışlar; Venedik, Eflak, Leh, Çek ve Macar alayla­rı da her cenaha taksim olunmuşlardı.

Savaştan önce mücahidler ordusu üzerine doğru, fırtına denebilecek kuvvetli bir rüzgâr esiyordu. İslâm askeri bu rüz­gârın tesirinde kaldığı gibi, toz-toprak da gözlerine doluyor­du... Bütün gece Rabbul Alemîn'e dua eden Hüdavendigâr'ın duası kabul olunmuş, , sabaha karşı yağan yağmur, hem toz-toprağı kastırmış, hem de rüzgârın durmasına vesile ol­muştu.

Savaş, okçuların ok atmasıyla başladı. Okçular birçok düşmanı telef ettiler. Yıldırım Bayezid'in üzerine saldıran Boşnak Kralı püskürtüldü. Sırp Kralı ise, ortada yer almış olan Hüdavendigâr'ın üzerine gitti. Şiddetli bir cenk başladı. Bu arada bir ok isabet eden Sultan'ın atı yere düştü. Sultan Gazi derhal at değiştirip, yerinden ayrılmadı. Bu sırada Bran­koviç, Şehzade Yakup Bey'in üzerine var gücüyle yüklendi. Bu saldırıyı karşılamakta zorluk çekildi. Eğer arkada develer ve meşelik orman olmasaydı, bu cenah çökebilirdi. Burada da göğüs göğüse bir savaş başladı. Durumu gören Yıldırım Bayezid, ünlü ve ağır gürzünü eline alıp yıldırımlar gibi üs-tüste düşmanın başlarını omuzlarına çakarak, Yakup Bey ce­nahının imdadına yetişti. Her darbesi bir kafa kırıyor, kırılan kafaya ait her vücut, bir demir kütlesi gibi ayaklar altına dü­şüyordu.

Sağ cenahtaki diğer kumandanlar da Yıldırım Bayezid'in açtığı zafer yolunun üzerine koştular. Bu yardım sayesinde kendisini toparlayan sol cenah kumandanları, bozulan askeri intizama sokup, yeniden savaş alanına girdiler. Brankoviç'in imdadına. Haçlı Ordusunun bazı komutanları koştular. Sa­vaş, artık sol cenahta cereyan ediyor. Mücadelenin en aman­sız olanlarından biri, İslâm'a zaferin gülümseyen yüzüyle te­veccüh ediyordu. Sekiz saat süren bu kanlı boğuşma, Al­lah'ın yardımına nail olan Osmanlı Ordusunun zaferiyle bitti­ğinde, savaş alanı binlerce cesetle doluydu...

Hüdavendigâr muzaffer olmuştu. Fakat me'yus idi... Çükü duası tam olarak kabul olunmamış görünüyordu. Zira O Rabbul Alemîn'e zafer için dua ederken, kendisine şehitlik devleti için de niyazda bulunmuştu.
Top