TarihSayfası tarihsayfasi.com



Bedir Savaşı

Peygamber (s.a,v.) orduyu düzene soktu ve elinde bir okla her askerin önünde durup hem onlara moral verdi, hem de sanan düzene soktu. Çok geride kalan Ensar´dan birine, elindeki okla göğsüne hafifçe vurarak: «Sıraya gir, Sevad» dedi. Sevad: «Ey Allah´ın Basulü, canımı yaktın. Allah seni hak ve adaletle gönderdi, o halde karşılığını ver» dedi. Peygamber (s.a.v.) kendi göğsünü açarak elin­deki oku uzattı ve «Al!» dedi, Sevad ise eğildi ve tam Pey­gamber (s.a.v.)´i vurduğu yerden öptü. «Niye böyle yap­tın?» diye sordu Peygamber (s.a,v.)´e. Sevad şu cevabı ver­di: «Ey Allah´ın Rasulü, gördüğün gibi düşmanla karşı karşıyayız; seninle geçirebileceğim son dakikalar olabile­cek şu anda, sana dokunmak, İstedim». Peygamber (s.a.v.) onun için dua etti.

Kureyş ilerlemeye başlamıştı. Fakat dalga dalga yayıl­mış olan kum tepecikleri arasında olduklarından daha az görünüyorlardı. Buna rağmen Peygamber (s.a.v.) onların gerçek sayısını ve iki ordu arasındaki dengesizliği biliyor­du. Ebu Bekir´le birlikte gölgeliğine döndü ve Allah´a, va-dettigi yardımı göndermesi için dua etti.

Hafifçe uyukladı ve uyandığında: «Neşelen ey Ebu Be­kir: Allah´ın yardımı geldi. İşte Cebrail, elinde bir atla geliyor, savaş için hazırlanmış» dedi.[1]

Arap tarihinde birçok savaş, iki ordu karşı karşıya geldikten sonra tam çatışmaya başlanacağı anda son bulmuştu. Fakat Peygamber (s.a.v.) bu kez savaşın olacağın­dan emindi, işte bu karşılarında]» ordu ona vadedüen iki gruptan biri idi. Akrabalar da savaşın kaçınılmaz olduğu­nu anlamış gibi, iki ordunun da ölülerini yemek için kaya­lıklara tünemişlerdi. Kureyşin hareketlerinden saldırıya ha­zırlandıkları anlaşılıyordu. Çok yaklaşmışlar ve müslüman-ların yaptığı sarnıcın yakınına konaklamışlardı. İlk hare­ketlerinin sarnıcı ele geçirmek olacağı anlaşılıyordu.

Mahdum kabilesinden Esved diğerlerinin Önüne geçti ve su içmek üzere ilerledi. Onun karşısına Hamza (r.) çıktı; ilk kılıç darbesiyle bacağını dizinin ortasından yaraladı, ikinci darbeyle de öldürdü. Onun arkasından, hâlâ Ebu Ce-hili´n olaylarına maruz kalan Utbe, safların önüne fırladı ve teke tek karşılaşmayı teklif etti. Ailenin şerefini yük­seltmek için kardeşi Şeybe ve oğlu Velid onun iki tarafın­da yer aldılar. Bu meydan okumayı ilk kabul eden, En-sar´dan Peygamber (s.a.v.)´e ilk biat eden altı kişiden biri olan Hazreç´li Neccar kabilesinden Avf (r.) oldu. Avf ile bir­likte kardeşi Muavviz de ileri çıktı. Medine´de Kesva, Hic­retin son konağını onların mahallesinde yapmıştı. Mey­dan okumaya karşı çıkan üçüncü kişi ise, îbn Ubey´i Pey­gamber (s.a.v.)´e nazik davranması için uyaran Abdullah îbn Revana Cr.) idi.

«Kimsiniz?» diye sordu Kureyşliler. Adamlar cevap ve­rince Utbe: «Siz soylusunuz ve bizim dengimizsiniz. Fa­kat bizim sizinle işimiz yok. Bizim meydan, oku/uşumuz sadece kendi kabilemizden olanlara» dedi. Daha sonra Ku-reyş´in habercisi şöyle bağırdı: «Ey Muhammed, bizim kar­şımıza kendi kabilemizden uygun adamlar çıkar». Peygam­ber (s.a.v.) böyle bir şeye niyetlenmemişti, fakat Ensarm aceleciliği bu duruma sebep olmuştu. Bu nedenle Peygam­ber (s.a.v.) en fazla kendi ailesinin bu savaşa sebep oldu­ğunu düşünerek ailesinden üç kişiyi çağırdı. Meydan oku­yanlardan ikisi orta yaşlı, biri gençti. Peygamber (s.a.v ) «Kalk ey Ubeyde! Kalk ey Ali! Kalk ey Hamza!» dedi. Ubey-de ordudaki en yaşlı ve en deneyimli adamdı; o da Abdu´l-Muttalib´in torunu oluyordu. Ubeyde, Utbe İle, Hamza Şeybe ile, Ali de Velid ile karşılaştı. Çarpışmalar uzun sür­medi: kısa bir sûre sonra Şeybe ve Velid yerde ölmüş bir hal­de yatıyorlardı. Hamza ve Ali (r.) ise yaralanmamışlardı bi­le. Fakat Ubeyde tam Utbe´yi yere düşürmüşken bacağına bir kılıç darbesi yedi. Bu üçlü bir mücadeleydi; üçe karşı üç. Bu nedenle Hamza ve Ali kılıçlarını Utbe´ye çevirdiler ve Hamza´nın kılıç darbesiyle Utbe öldü. Daha sonra ya­ralı kuzenlerni geriye taşıdılar. Ubeyde fr.) çok kan kaybet­mişti, kopan bacağının yarasından hâlâ kan fışkırıyordu. Fakat onun sadece bir tek düşüncesi vardı: «Ben bir şehit değil miyim, ey Allah´ın Rasulü?» dedi. Peygamber (s.a.v.) ona yaklaştı ve: «Elbette şehitsin» cevabını verdi.

îki düşman arasındaki durgunluk Kureyş´in attığı bu okla bozuldu. Ok Ömer´in azatlılarından birine isabet etti, adam ağır yaralı bir şekilde yere yuvarlandı. İkinci ok da, sarnıcın başında su içmekte olan Hazreç´li genç Hârise´-nin boynuna saplandı. Peygamber s.a.v.) adamlarına mo­ral vererek şöyle dedi r «Muhammed Cs.a.v.) ´in nefsini kud­ret elinde tutana yemin olsun ki, bugün mükâfat umarak çarpışan ve öldürülen, geriye üunmeyip hep ilerleyen kim varsa, Allah onları Cennete koyarak mükâfatlandıracak».[2]. Onun söylediklerini duyanlar, uzakta olup da duyamayan-lara ulaştırdılar. Hazreç kabilesinin Selime kolundan olan Umeyr (r.î elindeki bir avuç dolusu hurmayı yiyordu. «Al­lah! Allah!» diye bağırdı, «Benimle cennet arasında şu adamların beni öldürmesinden başka bir şey kalmadı mı´». Hemen elindeki hurmaları fırlattı ve emre hazır bir şe­kilde elini kılıcının üstüne koydu.

Avf (r.), Peygamber Cs.a.v.)´in yanında ayakta duru­yordu ve kendisi ilk kabul eden olduğu halde düelloda ken­disinin kabul edilmemesi onu hayal kırıklığına uğratmış­tı: «Ey Allah´ın Rasülü, Allah´ın kuluyla alay ettirmesi­nin sebebi neydi?» Peygamber hemen şu cevabı verdi: «Sen zırhsız bir şekilde düşmanların ortasına dalacaksın». Bunun üzerine Avf, hemen giydiği zırhı üzerinden çıkar­dı. O sırada Peygamber (s.a.v.) yerden bir avuç çakıltaşı aldı, Kureyş´e doğru «O yüzler harap olsun!» diyerek fır­lattı. Bunun onlara felaket getireceğinin farkındaydı. Da­ha sonra saldırı emri verdi. Onlara söylediği savaş çağrı­sı. Ya Mansur Emit!»[3] sözleri ağızdan ağıza dolaşıyordu. Zırhsız olan Avf ve Umeyr ilk çarpışanlar arasındaydılar ve öldürülene kadar mücadele ettiler. Müslümanlardan ölenlerin sayısı, onların ölümü, Ubeyde ve Itureyş okla-rıyla ölen iki kişi ile beraber toplam beşi buluyordu. Müslümanlardan o gün dokuz kişi daha ölecekti. Bu dokuz ki­şinin arasında Peygamber (s.a.v.)´in çok genç olduğu için geri göndermek istediği Sa´d´ın kardeşi Umeyr (r.) de var­dı.

«Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü». (Enfal: 17).

Bu sözler, hemen savaştan sonra indirilen âyetin bir bölümüydü. Fırlatılan çakıl taşlan ilahi yardımın tek ör­neği değildi. Kureyş´in karşı koyma gücünün en çetin ol­duğu bir anda mü´minlerden birinin kılıcı kırıldı. Cahş ailesinin akrabalarından, Ukkaşe adındaki bu adamın ilk düşüncesi gidip Peygamber (s.a.v.)´den başka bir silah is­temek oldu. Peygamber (s.a.v.) ağaçtan bir sopayı ona uza­tarak «Ukkaşe, bununla dövüş» dedi. Ukkaşe sopayı aldı, düşmana karşı salladığında sopa uzun, keskin bir kılıç ha­line geldi Ukkaşe, Bedir´de ve diğer savaşlarda bu kılıçla savaştı. Kılıca ilahî yardım anlamına gelen «el-Avn* adını verdiler.

Mü´mİnler, savaşırlarken yalnız değildiler. Çünkü Al­lah. Peygamber (s.a.v.) ´e yardım vadetmişti: «Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim» (En­fal: e).

Allah, meleklere de şu mesajı vermişti:

«Rabirin meleklere vahyetmişti ki: «Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık (güç ve metanet) katın, küfre sapanların kalblerme amansız bir korku salacağım, öyleyse (ey müslümaritar), vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına». (Enfaî: 12).

Meleklerin inananlara yardımcı, kafirlere ise korku ve­rici olarak varolduğunu oradaki herkes hissediyordu. Fa­kat çok azı onları görüp, algılayabildi. Komşu Arap kabi­lelerinden iki adam, savaştan sonraki ganimetlerden çal­mayı ümit ederek bir tepede savaşın bitmesini bekliyorlar­dı. Üstlerinden bir bulut geçti, at kişnemeleriyle dolu bir bulut Adamlardan biri o anda düşüp Öldü. Yanındaki,adam daha sonra şöyle dedi: «Korkudan kalbi çatlamıştı».

Sonunda Kureyşliler kaçmaya başladılar. Ebu Cehil kaçmaya çalışırken Avf in kardeşi Muaz onu yere düşür­dü. Ebu Cehil´in oğlu İkrime de Muaz´a hücum etti ve onu omuzundan yaraladı. Muaz sağlam koluyla savaşa devam etti, diğer kolu yanında sadece derisiyle bedenine bağlı bir şekilde sallanıyordu. Çok acımaya başlayınca Muaz eğildi, kesik elini ayağının altına koyarak kendini yukan doğru çekti, yaralı kolu koptu. Muaz düşmanını takibe devam etti. Ebu Cehil hâlâ yaşıyordu. Fakat Avf´m diğer kardeşi Muavviz onu yerde yatarken farketti ve kılıcıyla öldürdü. Daha sonra o da Avf ^ibi ilerledi ve öldürülene dek sa­vaştı.

Kureyş´lilerin çoğu kaçmıştı. Elli kadar Kureyş´li ya sa­vaş sırasında ya da kaçarken yakalanıp öldürülmüş veya ağır yaralanmışta. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarına şöyle seslendi: «HaşimoğuUarmın ve diğerlerinin bizimle dövüş­mek istemeden zorla buraya getirildiklerini biliyorum» Ve eğer yakalanmışlarda, öldürülmemeleri gereken bir kaç isim saydı. Fakat ordunun çoğu zaten, esirlerini öldürmek yerine fidye almayı tercih etmişti.

Müslümanlardan sayıca fazla olduğu için Kureyşİüe-rin geri dönüp tekrar savaşma ihtimalleri vardı. Bu yüzden Peygamber (s.a,v.)´i Ebu Bekir (r.)´le birlikte gölgeliğine çekilmeğe razı ettiler, Ensardan bazıları da gözcülüğe baş­ladılar. Sa´d tbn Muaz gölgeliğin önünde kılıcı havada bekliyordu. Arkadaşlarının esirlerle birlikte kendisine doğru ´ geldiklerini görünce, yüzünde bunu tasdik etmez bir ifa- ı de belirdi. Bu ifadeyi farkeden Peygamber (s.a.v.) : «Ey Sa´d, onlann yaptıklarına galiba nefretle bakıyorsun» de­di. Sa´d bunun doğru olduğunu söyledi ve şunları ekledi: «Bu, Allah´ın putperestlere gösterdiği ilk yenilgi, bu adam­ları diri görmektense öldürülmelerini tercih ederdim». Ömer (r.) de Sa´d (r.) ile aynı fikirdeydi. Fakat Ebu Be­kir, esirlerin er geç müslüman olabilme ihtimalleri olduğu için, serbest bırakılması taraftarıydı. Peygamber (s.a.v.) de onun görüşüne katılıyordu. Günün geç saatlerinde Ömer, gölgeliğe girdiğinde Peygamber (s.a.v.) ve Ebu Bekir´i yeni gelen vahyin etkisiyle titrer bir durumda buldu. Gelen vahiy şöyleydi:

«Hiçbir peygambere, yeryüzünde (küfredenlere karşı) kesin bîr zafer kazantncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yaratım istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir». (Enfal: 67}

Daha sonra gelen vahiy, esirlerin Öldürülmemesi fik­rinin Allah tarafından desteklendiğini belirtiyordu. Peygamber (s.a.v.)´e esirlerle ilgili bir mesaj da vardı:

«Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: «Eğer Allah, sızın kalblerimzde bir hayır bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allak bağışlayandır, esirgeyendir», (hnfal: 70).

Bununla birlikte yaşamasına izin verilemeyecek bir adam vardı: Ebu Cehil. Genelde herkes onun öldürüldüğü kanaatindeydi, Peygamber (s.a.v.) cesedinin arpnması için emirler verdi. Abdullah tbn Mes´ud (r.), İslâm´a diğer Mek-ke´lilerin hepsinden daha fazla nefret gösteren bu adamın cesedini bulmak için bir kez daha savaş alanına gitti, Ebu Cehil, önünde ayakta duran düşmanını farkedebilecek kadar yaşadı. Abdullah, Kâ´be´nin önünde ille defa sesli ola­rak Kur´an okuyan adamdı. Ebu Cehil, onu koruyan kim­sesi olmadığı, annesi köle Zühre´nin bir müttefiki olan bir köle olduğu için Kâ´be´nin önünde kılıçla yüzünden yara­lamıştı. Abdullah ayağını Ebu Cehil´in boynuna koydu Ebu Cphil: «Küçük çoban, yeteri kadar yükseldin demek» de­di. Daha sonra, savaşı hangi tarafın kazandığını sordu. Ab­dullah : «Allah ve Rasulü kazandı» dedi. Sonra başını ke­sip Peygamber (s.a.v.)´e götürdü.

Ebu Cehil, savaş bittikten sonra öldürülen tek Kureyş-li lider değildi. Abdurrahman îbn Avf, ganimet olarak al­dığı zırhı taşırken, bineğini kaybettiği için kaçamayan şiş­man Umeyye´ye rastladı. Yanında elinden tuttuğu oğlu Ali de vardı. Umeyye bir zamanlar arkedaşı olan bu ada­ma : *Beni esir olarak al, çünkü ben birden fazla zırha de­ğerim» dedi. Abdurrahman bu teklifi kabul etti ve elindeki zırhı bırakarak onu ve oğlunu elinden tutup götürmeye başladı. Fakat o, esirlerini kampa doğru götürürken Bilâl Cr.) eski sahibi ve ona işkence eden adamı farketti. «Umeyye! Küfrün başı! O yaşadıkça ben nasıl yaşarım?» diye bağır­dı. Abdurrahman onların kendi esirleri olduğunu hatır­lattı. Fakat Bilâl yine bağırmaya devam etti: «O yaşadık­ça ben nasıl yaşarım!» Sinirlenen Abdurrahman: «Beni duymuyor musun ey kara kadının oğlu?» diye, bağırdı. Bu­nun üzerine Bilâl, müezzin olmasını sağlayan gür sesinin tüm gücüyle bağırdı: «Ey Allah´ın yardımcıları, küfrün ba­şı Umeyye! O yaşadıkça ben nasıl yaşarım?». Her taraftan adamlar koşuştu ve Abdurrahman´la iki esirinin çevresi­ni kuşattılar. Daha sonra bir kılıç çekildi ve Ali yere düş­tü, fakat ölmedi. Abdurrahman Umeyye´nin elini bıraktı ve «Kendin kaçabilirsen kaç, çünkü ben senin İçin hiçbir şey yapamam» dedi. Etrafını saran adamlar hemen iki esi­ri de öldürdüler. Abdurrahman sonraki yıllarda şöyle der­di: «Allah Bilâl´e merhamet etsin! Zırhlarımı kaybettim, Bilâl de beni iki esirimden etti.»[4]

Peygamber (s.a.v.), savaşta Öldürülen, tüm müşriklerin cesetlerinin bir kuyuya toplanmasını emretti. Utbe´nin ce­sedi taşınıp kuyuya atılırken oğlu Ebu Huzeyfe (r.)´nin yü­zü sarardı ve üzüntüyle doldu. Peygamber (s.a.v.î bunu hissetti ve ona teselli dolu bir bakışla baktı. Ebu Huzeyfe şöyle dedi: «Ey Allah´ın Rasulü, babamla ilgili emrine ve oraya atılmasına karsı çakmıyorum. Fakat onu akıllı, hik­met sahibi ve düşünceli bir adam bilirdim. Bu niteilkle-rin onu İslam´a getirmesini ümit ediyordum. Fakat onun küfürde inatlaştığını ve o halde öldüğünü görünce üzül­düm». Sonrö Peygamber (s.a.v.) Ebu Huzeyfe (r.) için ha­yır dualar etti.

Kamptaki barış ve sessizlik sinirli bir takım seslerle bozuldu. Geride Peygamber (s.a.v.)´i korumak için kalan­lar da ganimetten pay istiyorlardı. Düşmanı kovalayıp esir alanlar ve ganimetleri kendi ellerinde toplayanlar ise bun­ları vermek istemiyorlardı. Peygamber fs.a.v.)´in bu karı­şıklığı düzeltip eşit bir dağıtım yapmasına fırsat kalma­dan bu konuda bir vahy geldi:

«Sana savaş ganimetlerini sorarlar. De ki: Ganimetler Allah´ta ve Rasulündür». (Enfaî: 1).

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,) ganimetlerin ve esir­lerin artık özel mülkiyette olmadığını söyledi ve hepsinin yanına getirilmesini istedi. Hiç karşı çıkılmaksızm düzen hemen sağlandı.

En Önemli esirlerden biri, Şevde´nin kuzeni ve ilk ko­casının kardeşi olan, Amir kabilesinin şefi Süheyl idi. Pey­gamber fs.a.v.)´e daha yakın bağlarla bağlı olan esirler arasında amcası Abbas, damadı, yani kızı Zeyneb´in kocası Ebu´l-As, ve kuzenleri Nevfel ile Akil de vardı. Peygamber (s.a.v.) esirlere iyi davranılmasıyla ilgili genel bir emir vermişti. Fakat esirlerin bağlanması da gerekliydi, bu yüz­den esirlerin bağlanmasına izin verdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) o gece, amcasının böyle bir konumda olduğunu dü­şünerek uy uyamadı. Ve bağlarının gevşetilmesi için emir verdi. Diğer esirler, akrabalarından daha az ilgi gördüler. Mus´ab (r.), Ensardan biri tarafından esir alınan kardeşi Ebu Aziz´e rastladı. Mus´ab esir alana: «Onu sıkı tut, çün­kü annesi çok zengindir, sana yüklü bir miktar fidye ve­rebilir» dedi. Ebu Aziz: «Ey kardeşim, beni başkalarına mı emanet ediyorsun?» deyince Mus´ab: «Şimdi senin ye­rine benim kardeşim O.» cevabını verdi. Bununla birlikte Ebu Aziz daha sonraki yıllarda, kendisini 4.000 dirhem fid­ye karşılığında serbest bırakıp Medine´ye götüren Ensar­dan gördüğü iyi muameleyi anlatırdı.

Hâlâ sayıca çok fazla olan sekiz yüz kişilik Mekke or­dusunun, geri dönüp saldırmayacak kadar uzaklaştığı ke-sinleşince, Peygamber (s.a.v.3, Abdullah îbn Revana (r.)´yı zafer haberini vermek üzere Yukarı Medine´ye, Zeyd´i de Aşağı Medine´ye gönderdi. Kendisi ise orduyla birlikte Be-dir´de kaldı. O gece, kafirlerin cesedlerinin atıldığı kuyu­nun başında durdu ve -. «Ey kuyudakiler, ey Peygamber´in akrabaları, ona çok kötü bir akrabalık gösterdiniz. Beni başkaları kabul ederken, siz bana yalancı dediniz. Başka­ları zafer kazanmamda bana yardım ederken siz bana kar­şı savaş açtınız. Siz, Rabbtnizin size verdiği sözün hak ol­duğunu gördünüz mü? Ben, «Rabbimin bana verdiği sö­zün gerçekleştiğini-ve hak olduğunu gördüm,» dedi. As-habdan bazıları onun ölülerle konuştuğunu duydular ve endişe ettiler. Peygamber (s.a.v.) onlara: «Siz benim söz­lerimi onlardan daha iyi duyamazsınız. Onların simden tek farkı bana cevap vermemeleri,» dedi[5]

Ertesi sabah erkenden ordu ve esirlerle birlikte yola çıkıldı. Esirlerin en değerlileri, yani aileleri 4000 dirhem fidye ödeyebilecek olanlardan âtisi Abdu´d-Dar´dan Nadr ile Abdu´ş-Şems´ten Ukbe[6] idi. Fakat bu iki adam îslam´ın en azılı düşmanlarıydı ve eğer serbest bırakılırlarsa he­men eski kötü faaliyetlerine başlayacaklardı. Çünkü bu ahmakları, Bedir´de sayıca az olan müslümanlann zafer

kazanması bile düşünceye sevketmezdi. Peygamber Cs.a.v )´-in gözü sürekli onların üstündeydi; fakat iki adamın da kalbinde bir değişiklik görünmüyordu. Yolculuk sırasında, onların yaşamasının Allah´ın isteğine aykırı olduğu düşün­cesi Peygamber´de belirdi. Konakladıkları bir yerde, Nadr´-m öldürülmesini emretti. Onun başını Hz. Ali kesti. Bir di­ğer konak yerinde de Ukbe, Evs´li bir adamın elinden ay­nı akıbete uğradı. Peygamber (s a.v.) Medine´ye yayan üç gün uzaktaki bir konak yerinde geri kalan esir ve gani­metleri paylaştırdı. Savaşta rol alan her adama eşit bir pay verdi.

O zamana kadar Zeyd ve Abdullah îbn Revana (r.) Me­dine´ye varmıştı ve yahudilerlo münafıklar hariç herkes bayram sevinci yaşıyordu. Fakat Zeyd getirdiği iyi haber­lerin yamsıra, kötü haberler de alnrtşti: Rukiyye olmuştu, Osman ve Üsame onu gömmüşler ve henüz yeni donuyor­lardı. Zeyd, Afra´ya iki oğlunun da -Avf ve Muavviz- öl­dürüldüğü haberini verince, şehrin o bölgesindeki üzüntü daha da fazlalaştı. Şevde, iki evdeki matemi de teselli et mek için kendi eviyle ´Afra´nın evi arasında mekik doku­yordu. Afra için üzüntünün yanında sevinç de vardı çün­kü oğulları kahramanca çarpışmışlar ve şereflice ölmüş­lerdi. Zeyd, Rubayyi´ye de sarnıçta su içerken boynundan okla vurulan oğlu Harise, tbn Surâka´nm da ölüm haberi­ni vermek zorundaydı. Birkaç gün sonra Peygamber (s a.v } Medine´ye gelir-gelmez, Rubayyi hemen ona gitti ve oğlu­nu sordu. Çünkü oğlu savaş başlamadan, îslam için bir ok bile atmaya fırsat bulamadan öldürülmüştü. «Ey Allah´­ın Rasulü,» dedi Rubayyi, «Bana Harıse´nin Cennet´te ol­duğunu söylemeyecek misin? Eğer cennette olduğunu söy­lersen bu kaybı sabırla karşılayayım, eğer cennette değil­se ağlayarak ona yas tutayım». Peygamber (s.a.v.) bu tür sorulara her zaman genel cevaplar verir O çoğu kez «Ameller niyetlere göredir»[7] deyip, amacım yerine getir­mese bile bir mü´minin, Allah için niyet ederse mükâfatını alacağını belirtmiştir. Fakat bu kez kadına özel bir ce­vap verdi: «Ey Harise´nin annesi, cennette birçok bahçe­ler vardır. Senin oğlun ise onların en yükseğinde, Firdevs1-tedir.»[8].

--------------------------------------------------------------------------------

[1] B. LXIV, 10. I. I. 444

[2] I. I, 445.

[3] Bu terim Arapça´da anlamlıdır, fakat Türkçe´ye çevrildiğin­de anlamını yitiriyor. Yaklaşık olarak: «Ey Allah´ın zafer verdikleri, öldürün!» anlamına gelir.

[4] 11.1. 448-9.

[5] I. I. 454

[6] Bak. böl.

[7] B. i. ı. 220

[8] B. LVI. 11

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar