Beni Nadir

Beni Nadir

Yahudi kabilelerinden Beni Nadir, uzun süreden beri Beni Amir´in müttefiki idi. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) onlardan kan diyetini ödemede kendisine yardım etmele­rini istemeye karar verdi. Ebu Bekir, Ömer ve diğer ileri gelen arkadaşlarıyla onlara gitti ve meseleyi açıkladı. Ya­hudiler onun isteğini yerine getireceklerini söylediler ve ondan yemek hazırlanıncaya kadar kalmasını rica ettiler. Peygamber (s.a.v.) onların ricalarını kabul etti. O sırada, içlerinden görünüşte misafir için verilecek yemek hakkında emirler vermek üzere liderleri Huyay´m da bulunduğu bir grup onlardan ayrıldı. Onlar kalenin önünde oturmuş bek­lerken diğerlerinin´ göremeyeceği şekilde Cebrail geldi ve hemen Peygamber´e Medine´ye dönmesi gerektiğini haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı ve bir tek kelime bile söylemeden topluluğu terketti. Herkes onun kısa bir süre sonra geri döneceğini zannediyordu. Geri dönmeyince Ebu Bekir diğer arkadaşlarına onun ar­kasından gitmeyi önerdi. Hep birlikte yahudilerden ayrılıp. Peygamber (s.a.v.)´in evine gittiler. Peygamber (s.a.v.) on­lara olanları ? anlattı ve Muhammed îbn Mesleme (r.) ´yi Beni Nadir´e ne söyleyeceğini ^İdirerek gönderdi. Muham-med îbn Mesleme (r.) bütün hızıyla, kabilenin olduğu ye­re gitti. Onu gören bazı liderler karşıfemaya çıktılar. On­lara şöyle dedi: «Allah´ın Rasulü beni size gönderdi ve şunları söyledi: «Beni öldürmeyi amaçlayarak, aramızdaki

anlaşmayı bozdunuz». Peygamber (s.a.v.)´in ona anlattığı şekliyle onlara suikastın tüm ayrıntılarını anlattı ve me­sajının püf noktasına gelerek şöyle bağladı: «Peygamber: ´Size ülkemi terketmenîz için on gün veriyorum. On gün­den sonra hâlâ burada olanlarınızın başı kesilecek´ dedi». Onlar: «Ey Mesleme´nin oğlu, bir Evs´linin bize böyle bir haber getirebileceğini ummazdık» dediler. îbn Mesleme: «Gönüller değişti» cevabını verdi.

Çoğu hemen ayrılmak için hazırlıklara başlamışlardı. Fakat îbn Ubey onları kalmaya teşvik eden ve yardım ede­ceğini bildiren bir haber gönderdi. Puyay da komşuları Beni Kurayza ve Bedevi müttefiklerinin böyle bir durum­da kendilerini yalnız bırakmayacaklarını söyleyerek yahu-dileri kalmaya ikna etti. Tüm bu müttefiklere yardım ha­beri gönderdi. Peygamber Cs.a.vJ´e de kardeşini haberci gönderdi: «Biz evlerimizi ve mallarımızı bırakıp gitmeye­ceğiz. O halde ne yapacaksan yap» dedi. Peygamber Cs.a.v.) «Allahu Ekber» (Allah Büyüktür) dedi ve bu tekbir tüm arkadaşlarının ağzmda tekrarlandı. Arkadaşlarına: «Ya­hudiler savaş ilân ediyor» dedi. Bir ordu hazırlayarak şeh­rin güneyindeki Nadir yerleşim bölgesine doğru ilerledi­ler. Sancağı Ali taşıyordu, ikindi namazım, korunma böl­gelerinin dışında olduğu için yahudiler tarafından terk edi­len geniş bir bahçede kıldılar. Namazdan sonra Peygam­ber (s.a.v.) askerlerini kalelere doğru ilerletti.

Surlar okçular ve sapancılar tarafından korunuyordu. Bu askerlerin yanında okları bittiğinde ve sur duvarları saldırıya uğradığında kullanılmak üzere taşlar da vardı. İki ordu da hava kararıncaya kadar karşılıklı ok atışları yaptılar. Yahudiler karşısmdakilerin saldırı hızı karşısında şaşkınlığa dönmüşlerdi. Fakat ertesi gün nasıl olsa Beni Kurayza´nın ve îbn Ubey´in yardımları ulaşır diye düşü­nüyorlardı. Birkaç gün sonra da müttefiklerin Gatafan ka­bilesi imdada yetişirdi. O sırada müslümanlarm ordusu, Medine´den çeşitli sebepler yüzünden Peygamber ile birlik-Le yola çıkamayan müslümanlarm da orduya katılmasıyla gittikçe büyüyordu. Yatsı namazı vaktine kadar ordu, duşmanı her taraftan sarabilecek derecede çoğalmıştı. Pey­gamber (s.a.v.) onlarla birlikte namaz kıldı ve Ali´yi or­dunun başında bırakarak on kişi ile birlikte Medine´ye döndü. Ordu sabah namazına kadar Allah´ı yücelten şiir­ler okudu. Peygamber (s.a.vJ sabah namazında onlara ka­tıldı.

Günler geçiyor ve Beni Nadir beklediği yardımlar İçin ümidini yitiriyordu. Beni Kurayza, Peygamber (sa.v.)´le yaptığı anlaşmayı bozmak istememiş, Beni Gatafan sessiz kalmış İbn Ubey de her zaman olduğu gibi bir şey yapa­mayacağını anlamıştı. Çok ümitli olan Beni Nadir´in ümit­leri gittikçe kayboluyor ve aralarındaki anlaşmazlıklar ar­tıyordu. Kabile uzun zamandan beri süren anlaşmazlıklar ve düşmanlıklarla parçalanmıştı. Şimdi ise dış dünyadan tamamen kopmuş bir vaziyette hiçbir yardım alamıyordu. On güne yakın bir süre sonra Peygamber´in sur duvarla­rının yakınındaki bir iki hurma ağacını kesmesiyle bu ümitsizliği ve çaresizliği daha fazla hissetmeye başladılar. Peygamber (s.a.v.), bu toprakların kendinin olacağını bil­diği için bu ağaçlan kurban olarak kestirmişti Ağaçların kesilmesi İlahi bir emirle (Haşr: 5), ona bildirilmişti. Bu emrin yerine getirilmesiyle düşmanın karşı koyma gücü tamamen yok oldu. Onlar için hurma ağaçlarının özel bir konumu vardı, çünkü bu ağaçlar geçim kaynaklarının bü­yük bir bölümünü oluşturuyordu. Şimdi topraklarından ayrılmaya zorlansalar bile o yerleri hâlâ kendilerinin ola­rak düşüneceklerdi. Çünkü gelecekte onu tekrar kazanma ümitleri vardı. Kureyş, vadiden İslam´ın izlerini silmek üze­re söz vermişti. Fakat eğer hurma ağaçları kesilirse, onları yenilemek yıllar alırdı. Sadece bir kaç tanesini kesmişler­di, fakat bu tahrip nereye kadar varacaktı? Huyay Pey­gamber (s.a.v.)´e topraklarını bırakıp gideceklerine dair haber gönderdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) daha önce bütün mallarım götürebileceklerine dair verdiği sözde artık du­ramayacağını söyledi. «Topraklarınızı bırakın» dedi, «silah­larınız ve zırhlarınız dışında develerinizin taşıyabileceği miktarda mal götürebilirsiniz».

Huyay ilk önce bu teklifi reddetti, fakat kabiledeki di­ğer adamlar onu kabul etmeye zorladılar. îki hafta önce bıraktıkları hazırlıklara tekrar başladılar. Evlerinin kapı­larına ve lentolanna varıncaya kadar bütün eşyalarını de­velere yüklediler. Hazırlandıklarında Suriye yolu üzerinden kuzeye doğru yola çıktılar. O zamana kadar bu ölçüde zen­gin ve büyük bir kervan daha görülmemişti. Medine´nin kalabalık çarşısından geçerken develer tek sıra halinde yol aldılar. Her deve, yüklerinin zenginliği ve süslerinin çok­luğuyla ayrı bir şaşkınlık unsuru oluyordu. Develerin üs­tündeki tahtların perdeleri, içindeki çeşitli renklerde ipek­ler giymiş, altın, elmas, yakut gibi değerli taşlarla süslen­miş kadınları gizlemek için örtülmüştü. Beni Nadir´in zen­gin olduğu bilinirdi, fakat o zamana kadar kendilerinden başka çok az kişi onların bu zenginliğini görebilmişti. Yol­culuklarına davul ve çalgı sesleri eşliğinde devam ettiler. Böylece, şimdi topraklarını terkediyor durumda olsalar da, başka yerlerde daha güzel toprakları olduğunu ve oralara gittiklerini göstermek istiyorlardı. Yahudilerin çoğu Hay-ber´de durdu ve önceden sahip oldukları topraklara yer­leşti. Diğer bir grup da kuzeye gitti ve Eriha´ya veya Su­riye´nin güneyine yerleşti. Vahyin bildirdiğine göre yahu-dilerin topraklan, fakir ve muhtaçlara verilmek üzere Pey­gamber Cs.a.v.) ´e ait olacaktı. Bu topraklar, özellikle «Yurt­larından ve mallarından sürülüp çıkarılmış» (Haşr: 8) olan muhacirler içindi. Fakirlikleri nedeniyle Ensar´dan sa­dece iki kişiye toprak verildi. Fakat Peygamber Cs.a.v.) top­rakların çoğunu Muhacirlere vererek onları bağımsız kıl­dı ve Ensann üzerindeki bakım yükünü kaldırdı.
Top