Pasarofçaya Doğru!

Pasarofçaya Doğru!

Takvimler 1617'yi gösterirken sadrıazam Silahdar Ali Pa­şayı; Korfu Adasını almaya hazırlanırken görüyoruz. Ne var ki; Venedik Avusturya'ya müracaatla, bir savunma ve saldırı antlaşmasının imza edilmesini temine muvaffak oldu. Bu antlaşmanın peşinden, Avusturya'nın Osmanlı divân'ına, Karlofça antlaşmasını çiğniyorsun bâbunda sesi ulaşdı. Di­vân; bu sesi duyunca kendini bir yokladı. Karlofça antlaşma­sına mugayir hiç bir hareketin içinde olmadığını gördükten sonra, durumu tezekkür ettirdi ve istihbar ettiği Venedik-Avusturya antlaşmasının Avusturya'yı böyle bir ses yüksel-temeye ittiğini anladı. Bahane basitti. Çünkü Karlofça antlaş­ması, Venedik ile alakası olmayan bir hususdu. Mora üzerine yapılan Osmanlı istirdat harekâtı Venedik'le alakalı bir ope­rasyon olmakla beraber, Avusturya'nın Venediği koruma ar­zusuna yoruldu. Bunun üzerine divân bu mesele üzerin de müzakere açdı. Görülen manzara; Osmanlı deniz yollarının herhangi bir ülkenin denetimi veya tasallutuna açık olduğun­da bu vaziyet Avusturya'nın işine gelirdi. Bu bakımdan Mora yarımadası üzerindeki Osmanlı stratejik saldırısı her ne ka­dar doğrudan Venedik'i alakadar ediyorsa da, yukarıdaki an­layışa göre Avusturya'nın bu istirdat harekâtını tasvibe niyeti yoktu. Divana karşı yükselen sesin bir cümlesi şunları hâ­viydi: "Mora Yarımadasındaki toprakları işgal etmekle Karlof­ça Antlaşması hükümlerini yırttınız.. Osmanlı ordusu Mo-ra'dan çekilmeli.. Yaptığı haksız işgal için Venedik'e savaş tazminatı vermeli. " Divan; bu sesden iki ayrı tavır çıkardı. İl­ki; bu ihtarın akıbetini göz önüne alıp toprak iadesini yerine getirmek, diğeriyse, savaşmak dahi göze alınıp, iddiayı ve talebi reddetmek. İlk görüşe katılanlar ülkenin iç olaylarının gösterdiği duruma bakmakta vede mâli buhranların içinde yüzüldüğünün idrâki içinde zaman kazanıp, durumu İslaha çalışıp Mora yerinde durduğuna göre şimdilik Avusturya'yı tatmin edip, ilk fırsatta işe kaldığı yerden devamı öngörüyor­du. İçlerinde sadrazamında bulunduğu gurup ise, böyle bir teklifi kabul elden yeni çıkmış Mora'nın istirdatına girişme­mek oradakileri ihmâl demek olacağı gibi düşmanın teklifini kabulün peşinden, nice tekliflerin gelebilecek olabileceğiydi. Bu bakımdan; bu gurup asla bu tavizi vermemeyi ısrarla be­lirtiyordu.

Padişah 3. Ahmed bu gurubun tarafında yeraldığında, sa­vaşmakta olunan Venedik yanında Avusturya'da yeraldı. Fa­kat; bu düşman kuvvetinin çoğaldığı bir savaşı yapacak kud­rette olmayan devlet, bir maceraya girişmiş bulunuyordu. Bilhassa; denizyollarımızın emniyet bakımından yetersizliği pek açık olarak ortadaydı ve destekleme de yetersiz kalma­sını önleyecek bir tedbirimiz maalesef yoktu. Bilfiil değilse de, 24/nisan/1716'da Venediklilerin müttefik devleti olarak Avusturya, kâğıt üzerinde artık karşımızdaydı. 5/ağus-tos/1716'da Petervaradin'de bozguna uğrayan kara kuvvet­lerimiz, 20/ekim/1716'da Tamışvarı elinden kaptırdı. Silah-dar Ali Paşa'nın Petervaradin'de vukubulan şehadeti akıbeti­mizi daha da kötü hâle getirdi. Aradan bir sene geçmediki 18/ağustos/1717'de Belgrad'ı kaybettik. Bu sırada makam-ı sadarete geçen Dâmad Nevşehirli İbrahim Paşa 21/tem-muz/1718'de-Tuna Nehri kıyısındaki, Pasarofça kasabasında imzalandığı yerin adı olan Pasarofça antlaşması yapıldı. Su­da limanının Osmanlı devletine geçmesi, Dalmaçya, Hersek-ve Arnavutluk kıyılarındaki kalelerin, bizde kalması gerçek­leşirken, Belgrad, Semendire ve Sırbistan topraklarını Avus­turya'ya bırakıyorduk. Amiral Afif Büyüktuğrul; Pasarof-ça'daki kaybımız Karlofça'dakinden pek fazlaydı demekten kendini alamaz. Silahdar Ali Paşadan sonra, sadarete gelen,

Nevşehirli İbrahim Paşa; devletin, uzun zaman sürmesi gere­ken bir sulh dönemine ve ıslah çalışmalarına girmesi icâb et­tiğinin, idrâki içinde hemen bu çalışmalara koyuldu. Esef edilir ki; bu kadar reformatik ve çağı iyi okuyabilen bir insan olarak, İbrahim Paşa, deniz kuvvetlerinin ehemmiyetini İd­râkten, yoksun bir adam olmadığından donanmay-ı hüma­yuna bir el atabilme şansı bulsaydıki dünyanın çehresini de­ğiştirecek bir donanmayı, vücuda getirebilirdi. Bu hem yapıl­ması şart olandı ve Nevşehirli bunu yapacak kapasite ve ka­biliyetteydi.

Sultan 3. Ahmed; aynı zamanda Damad olan bu sadrıaza-ma yardımcı olmaktan hiç geri kalmıyordu. Bütün iş, deniz­lerde güçlü olmak, ticaret filomuzu bu caydırıcı güç sayesin­de dünya denizlerinde emniyet içinde geşt-ü güzarını sağla­maktı. Üstelik bunun üç aşıra dayanan tersane ve denizci alt yapısı mevcuttu. Bir savaşın unsurlarını teşkil eden; Kara, Hava ve Deniz kuvvetlerinin, ilk ikisi benzin vecephane veri­lirse savaşır. Bu sebebden bunlara Tüketim Kuvveti denir. Deniz kuvvetiyse, savaşlar da ekonomi kudretini muhafaza edebildiği için, kendi parasını kendisi çıkarır. Bundan ötürü de deniz kuvveti bir üretim kuvvetidir diyen Amiral Fioravan-za, bu ifadelerle ne kadar haklıdır bilemem amma, yelken, kürek dönemi için yukarıdaki beyanın da yanlış bir ifade kul­lanmış olmuyor.
Top