İran Gailesine Doğru

İran Gailesine Doğru

Eski vazifesi Bağdat subaşılığı olan ve Bekir Subaşı olarak anılan cesur, kurnaz bir adam vazifesi sırasında temin etmiş olduğu servetin verdiği imkânlarla, eyalet Beylerbeyi Yusuf paşa'nın askerine kumandan olmuş ve bir subayını Simav kazasına vergKtoplamak için göndermişti. Ne varki; Dîvan bunu haber alır almaz dörtbin yeniçeri ve bin Azap askerini Bekir Subaşı'nın takibine gönderdi. Bekir Subaşı'nın amansız düşmanı Azap Ağası Mehmed Ağa, Bekir Subaşı'nın yoklu­ğundan istifade ederek Bağdat Beylerbeyliğinin asli görevlisi Yusuf paşa ile anlaşarak ani bir taarruzla şehre girmek ister. Fakat Bekir Subaşı'nın oğlu Mehmed durumu haber alır al­maz şehrin kapılarını kapadığı gibi toplanda Azap Ağası ile Yusuf paşa'nın askerinin üzerine tevcih eder. Diğer taraftan Simav kasabasında kendisini yakalamağa gelen kuvvetleri kesin bir mağlubiyete uğratan Bekir Subaşı şehrin önünde Yusuf paşa ve Azap Ağası Mehmed'i görünce onlara hücum eder. iki ateş arasında kalan Yusuf paşa ve Azap ağası İki gün dayanabilirler ve neticede savaş Bekir Subaşı'nın kesin galibiyeti ile hitam bulur. Bu ana baba gününde Yusuf paşa başından aldığı bir yaranın neticesinde şehid olur. Azap Ağa­sı Mehmed Ağa ise İki oğluyla birlikte Bekir Subaşı'ya teslim olmuştur. Fakat bu teslim oluş ölümlerden ölüm beğenmek­ten farksızdır... Bekir Subaşı, bir sandalın içinde Azap Ağası ve iki oğlunu zincirlerle bağlatır, kükürd ve katranla içini de bir güzel doldurup ateşletir ve Dicle nehrine salar. Sandaldan gelen yürek paralayıcı feryadlan, tüyü kıpırdamadan işitil­mez oluncaya kadar dinleme ve seyretme gaddarlığını gös­terir. Bu elîm hadiseden sonra hiç sıkılmadan Dîvana bir isti­da göndererek Bağdat Valiliğinin kendisine tevcihini hamil ferman-ı padişahî'nin gönderilmesini talep eder. Dîvan bu ta­lebi red ve Bağdad Vali'liğine Süleyman paşa'yı nasb etmiş-sede bu paşa red ettiğinden, Diyarbakır Beylerbeyi Filibeli Hafız Ahmed paşa Bağdad üzerine serdar tayin edilmiş kâfi miktar asker verilerek Bağdad'ı zaptu rapta alması emrolun-muştu.

Hafız paşa, İlk hamlede muvaffak olamadıysa da ikinci defasında rakibini perişan etmiştir. Ne varki muhasaradan kurtulan Bekir Subaşı, İran Şahına başvurarak, Karcığla Hân'la bir takım anlaşmalar yapmış mezhebi şiâ'ya hizmet edeceğini ve bunun nişanesi olarak da Bağdad'ı kendilerine teslim edeceğini vaad etmişti. İran Şahı bu durum karşısında Bekir Subaşı'ya yardımcı ve muhafız olarak üçyüz kişilik bir askeri birlik göndermişti.

Bu sırada Dîvan'dan gelen bir emir insanı çıldırtacak gibi idi. Bağdad Beylerbeyliği Bekir Subaşı'ya verilmiştir. Kendisine tebliğ oluna... Hafız Paşaya düşen emri yerine getirmek­ti. O da öyle yaptı. Bekir Subaşı bu haberi alınca; Karcığla Hân'a kendisinin emeline nail olduğunu, bu husustaki yar­dımlarını unutamayacağını bildirdi ve bunun nişanesi olarak Şah'a verilmek üzere bir takım hediyeler takdim ederken Karcığla Hân'a da hediyeler sunmayı ihmal etmedi.

Aynı zamanda da Hafız Paşa'ya Bağdad'dan çekilip gitme­sini, çünkü halkın bu ordudan çekindiğini söyledi. Hafız Pa­şa, ordusuyla Mardin taraflarına çekilmek üzere yola koyuldu Bekir Paşa; ki, dîvan kararıyla paşa'lığa terfi etmişti. Bunu da halka tellallarla duyurdu.

Karcığla Han, Bekir paşa'ya yaptığının doğru olmadığını gönderdiği bir elçi ile hatırlattı. Bekir paşa; bu hatırlatmaya cevap olarak kalenin toplarını İran'lılann üzerine doğru ateş-liyerek verdi.

Öte yandan Şah Abbas yavaş yavaş Bağdad önlerine gel­mişti. Şah Abbas'ın Bağdad önlerine gitmekte olduğunu is­tihbar eden Hafız paşa, Kürdistan Beylerbeyi Kör Hüseyin paşayı Bağdad'a yardım etmek üzere yollamıştı. Çünkü ken­disi o sırada Abaza Paşa gailesi ile meşgul idi.

Kör Hüseyin paşa Bağdad'a yardım etmek üzere giderken önüne Karcığla Han komutasındaki iran askerleri çıkmıştı. Yapılan savaşta Hüseyin paşa Kırmızı Hana çekildi. Bu çeki­liş şüphesizki bir mağlubiyete uğrama korkusundan ileri gel­mişti. İranlılar Hüseyin paşa'ya bir anlaşma teklif ederek kendisini bu badireden kurtulma ümidine sevk ettiler. Bu ümid ilk önce bir gafillik meydana getirdi. Bu gafletin netice-,/si bir baskınla başta paşa olmak üzere bütün askerin kellele­rinin Şahın ayak ucuna atılmasına sebeb oldu. Tarihler o sı­rada Hicri 1032, Milâdi 1623 yılını gösteriyordu.

Sadrazam Kemankeş Ali paşa; paşa yaptığı Bekir paşa'ya erzak ve mühimmat göndermemiş, İranlıların tahtı muhasarasına giren Bağdad beşinci ayı doldurğunda açlık had saf­haya gelmişti. Artık geceleri halk Bağdad şehrinden gizlice kaçıyor, iranlıların içine karışıveriyordu. Bekir paşa'nın oğlu Mehmed ise İran Şahı ile gizlice anlaşmış kendisi Bağdad va­lisi olduğu takdirde gece yansı kalenin kapılarını açıp şahın askerlerini içeriye almayı vaad etmişti. İran şahı da bu vaade Bağdad valiliğini Mehmed'e vereceğini ifade etmişti. Nitekim gece yansı olunca hain oğul, kapıyı açmış ve Bağdad'ı ace­me peşkeş çekmişti. Açlık ve ümitsizliğin verdiği yorgunluk­la derin uykuda olan Bağdad halkı sabah ezaniarıyla uyandı­ğında, şehrin artık Şahın olduğunu görüyorlardı. Halk şaşır­mış ne olacağını dahi düşünemezken propagandanın en te­sirlisini kurnaz Şah hemen ortaya atıvermişti. Bu bir affı umumi idi. Şah kendisine mukavemet eden bütün herkesi affediyor, askerine ise kimsenin mal, can ve ırzına halel gel­memesi için tellallarla ilan etme alicenaplığını! gösteriyordu.

Bekir Paşa, Şahın huzuruna zincirlerle bağlı olarak götü­rüldüğünde yol boyunca acaba oğlum öldümu? Hiç bir haber alamadım diye düşünüyordu. Karşısına çıktığı Şahın yanında duran kendi oğlu Mehmed'den başkası değildi... Hatta Şah hiç ağzını açmadığı halde oğlu babasını azarlıyor, Şaha ver­diği sözden dönmenin akibetini gör, diyor ve hayatını kurtar­mak istiyorsan hazinenin yerini söyle diye tehdit etmekten çekinmiyordu.

Bekir Paşa bu durumu görünce, tasavvuf! bir tabirle söyle­yelim «Dili lal oldu aklı mat» adeta taşlaştı, ne duyuyor, ne görüyor ne de cevap veriyordu. Kendisine hapishane mes­ken oldu. Hem de zincirlere bağlı olarak...
Top