Musa ve Harun Aleyhisselam

Musa ve Harun Aleyhisselam

Musa Aleyhisselâmın Soyu:

Mûsâ b.İmran[1], b.Yashür[2], b.Kahis, b.Lâvi, b.Yâkub[3], b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâm´dır. [4]

Mûsâ b.İmran Aleyhisselâmla Hârûn b.İmran Aleyhisselâm[5], Ana-Baba bir[6] kardeş idiler. [7]

Harun Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmdan bir yaş büyüktü. [8]

Mûsâ Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:

Musa Aleyhiselâm; uzun boylu, esmer tenli[9], yüksek burunlu[10], hafif etli[11], kıvırcık saçlı idi. [12]

Kendisinin, kulaklarına kadar uzanan düz saçlı olduğu da, rivayet edilir. [13]

Sağ elinde (Nübüvvet Ben´i) vardı. [14]

Kendisini gören, Şenûe kabilesi erkeklerinden birisi sanırdı. [15]

Harun Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:

Hârûn Aleyhisselâm; Mûsâ Aleyhisselâmdan daha uzun boylu[16], daha etli, da­ha beyaz tenli, daha geniş sırtlı idi.[17]

Açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu idi. Kendisinin alnında da, bir Ben vardı. [18]

Mısırda İsrail Oğullarına Yapılan Zulümler Ve Mûsâ Aleyhisselâmın Doğuşu :

Yûsuf b.Yâkub Aleyhisselâmın zamanındaki ikinci Firavun[19] Amr b.lmlak, b.Lavez, b.Sâm soyundan gelen Reyyan b.Velîd olup Yûsuf Aleyhisselâm, onu, Allah´a, imana davet etmiş ve iman ettirmişti.

Reyyan´ın ölümünden sonra yerine geçen ve aynı soydan gelen Kabus b.Mus´-ab´ı da, Allah´a imana davet etmişse de, ona, kabul ettirememişti. [20]

Kabus, kâfir[21] ve zorba idi. [22]

Âsiye bint-i Müzahim b.Ubeyd, b.Reyyan, b.Velîd ile de, evli idi.

Kabus b.Mus´ab ölünce, yerine, kardeşi Velîd b.Mus´ab geçti ve Kardeşinin zevcesi hayırlı kadınlardan Âsiye hatunla da, evlendi.

Velîd b.Mus´ab, kardeşi Kabus´dan daha Zorba, daha kâfir, daha azgındı.

Mısır Firavunları arasında, ondan daha uzun ömürlüsü, dndan daha kabası, daha katı kalblisi, İsrail oğullarına, ondan daha kötü ve ağır işkence yapanı, gö­rülmemişti.

Firavun Velîd; İsrail oğullarını, köle ve hizmetçi olarak çalıştırırdı. Onları, sınıflara ayırıp bir sınıfını, yapı işlerinde, Bir sınıfını, çift sürme ve ekin ekme işlerinde, Bir sınıfını da, pislik temizleme işlerinde kullanırdı.

İsrail oğullarından, sanatı bulunmayanları ise, Cizye ile, Vergi ile mükellef kı­lar, onlara, işkencenin en kötüsünü yüklerdi. [23]

Velid b.Mus´ab, Mısır Firavunlarının üçüncüsü idi.[24]

Velid b.Mus´ab; kavmini, elli yıl, putlara tapmağa davet edip kendisine muha­lefet edilmediğini, emrinin, yerine getirildiğini görünce, onları, bir araya toplamış:

"Ben, sizin en yüksek Rabbinizim!" demiş, putlara tapmaktan menederek ken­disine tapmağa davet etmiş. İsrail oğullarına da, bunu teklif edip:

"Eğer, bana taparsanız, âzâd olursunuz, aksi takdirde, en ağır işkencelere uğ­ratılırsınız!" demişti.

İsrail oğulları, Firavunun teklifini kabul etmemiş, Atalarının Millet ve Şeriatın­dan dönmemişlerdi.[25]

Mûsâ Aleyhisselâmın doğumunun yaklaştığı sıralarda idi ki, Firavun Velîd; rü´-yâsında, Beytülmakdis tarafından gelen bir ateşin, Mısır evlerini sararak Kıbtî ev­lerini yakıp harap ettiğini, İsrail oğullarına aid evlere ise, dokunmayıp geri bıraktı­ğını gördü!

Bunun üzerine, Sihirbaz, Kâhin, Falcı ve İzcileri, yanına çağırarak rü´yâsını, onlara anlattı.

Onlar da:

"Her halde, İsrail oğullarının geldikleri şu Beytülmakdis´den bir adam çıkacak, Mısırı, mahv etmeye yönelecek!" dediler.

Mûsâ Aleyhisselâmın doğma zamanı yaklaşınca, Firavunun Müneccimleri, Kâ­hinleri, onun yanına gelerek:

"İyi bil ki: biz, ilmimizde bulduk ki[26]: İsrail oğullarından bir erkek çocuk do­ğacaktır.

Kendisinin, doğma zamanı da, yaklaşmıştır.

O, senin mülk´ü saltanatını, senden çekip alacak, senin saltanatını yenecek, seni, ülkenden çıkaracak ve senin dinini de, değiştirecektir!" dediler[27]

Firavun ile adamları da, Allanın, İbrahim Aleyhisselâmın neslinden Peygam­ber ve hükümdarlar göndermeyi va´d etmiş olduğu konusunu konuştular.

Meclisde bulunanlardan biri:

"İsrail oğulları: Bir Peygamber ve hükümdarın geleceği şüphesizdir! diyerek bunu bekliyorlar.

Onlar, eskiden, bu Peygamber ve hükümdar´ın Yûsuf olduğunu sanıyorlardı.

Fakat, o, öldükten sonra, İlâhî Va´d´in, bundan ibaret olmadığı kanâatine vardılar" dedi.

Firavun:

"O halde, İsrail oğulları hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sordu.

Ellerine, kasap bıçağı verilecek Celladların, İsrail oğulları arasında dolaştırıla­rak, her doğan erkek çocuğun öldürülmesi! görüşünü ileri sürdüler. [28]

Bunun üzerine, Firavun; İsrail oğullarından doğacak her erkek çocuğun öldü­rülmesini ve kız çocuklarının sağ bırakılmasını emretti.

Kendi kavminden olan kadın Ebeleri de, yanına toplayarak onlara, doğumda, İsrail oğullarından ellerine düşecek erkek çocukları, muhakkak öldürmelerini emretti.

Kadın Ebeler de, aldıkları emri yerine getirmeye başladılar:

İsrail oğullarının gebe kadınları, ya keskin kamışlar üzerinde ayakta durdurul­mak gibi dayanılmaz işkencelere uğratılarak çocuklarını düşürmek, ya da, kes­kin kamışların üzerine basamayarak çocuklarının üzerine basmak zorunda bıra­kılıyor, böylece, bütün erkek çocuklar, yok ediliyordu! [29]

İsrail oğullarının yaşlıları arasında da, ölüm hızlandı. [30]

Mısırın yerlileri; İsrail oğullarından doğan erkek çocukların yok edildiğini, ihti­yarların da, ecelleriyle ölüp gittiklerini görünce, telaşlandılar ve birbirlerine:

"Onlar, böyle yok olup gittikten sonra, onlar tarafından görülen ağır işler ve hizmetleri, biz, görmek zorunda kalacağız.

Bunun için, onların doğan erkek çocuklarını, bir yıl, tamamı ile öldürünüz de, oğulları, azalsın.

Bir yıl da, sağ bırakınız, hiç birini öldürmeyiniz de, onlar, büyüyüp yaşlılardan ölenlerin yerini doldursun!

İsrail oğulları, böyle sağ bırakılanlarla çoğalamazlar!" dediler.

Yine de, onların çoğalmalarından ve öldürülenlerle azalmayacağından korku-yorlardı. [31]

Bunun üzerine, Kıbtîlerin Başkanları, Firavunun huzuruna girerek: "Şu İsrail oğulları kavmi arasında ölüm, çoğaldı.

Yakında, bütün ağır işler, bizim üzerimize, bizim oğullarımızın ve kölelerimizin üzerine kalacak!

Onların, bütün erkek çocuklarını öldürüyorsun. Küçükleri, büyüyemiyor, büyük­leri de, tükeniyor.

Sen, onların erkek çocuklarını sağ bıraksan, iyi olur!" dediler.

Bunu üzerine, Firavun,-erkek çocukların, bir yıl öldürülüp bir yıl sağ bırakılma­sını emretti.

İşte, Hârûn Aleyhisselâm, erkek çocukların öldürülmediği yılda sağ bırakılmıştı.

Mûsâ Aleyhisselâma ise, annesi, erkek çocukların öldürülmesi emredilen yılda hâmile kalmıştı. [32]

Mûsâ Aleyhisselâmın annesi, onu, doğuracağı zaman, başına gelecek halden tasalanınca[33], Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâmın annesine:

"Onu, emzir!

Onun hakkında sana bir tehlike gelirse, kendisini, denize (Nîl´e) bırak! (Onun bo­ğulacağından) korkma, kederlenme.

Çünki, biz, onu, sana geri döndüreceğiz

Hem, onu, Peygamberlerden biri de, yapacağız!" diye Vahy etti. [34]

Mûsâ Aleyhisselâmın Evlad Edinilip Firavun´un Sarayında Büyütülmesi:

Annesi, Mûsâ Aleyhisselâmı, doğurdu ve emzirdi. Sonra da, bir Marangoz ça­ğırıp bir Tâbut yaptırdı.

Anahtarını, tâbut´un içine koydu.

Mûsâ Aleyhisselâmı da, Tâbut´un içine yerleştirdikten sonra, Tâbutu, Nil neh­rine bıraktı.

Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşine de:

"Kardeşinin izini tâkib et!" dedi.

Kız kardeşi, uzaktan, onun peşinden gitti.

Firavun´un adamları, kızın, Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşi olduğunu veya Mûsâ Aleyhisselâmın Tâbutunu tâkib ettiğini anlamadılar.

Dalga, tabutu, bir yukarıya kaldırıyor, bir aşağıya indiriyordu.

En sonunda, Tabutu, Firavunun konağı yanındaki ağaçlığa götürüp soktu.

O sırada, Firavun´un zevcesi Âsiye hatunun, Nîl nehrinde yıkanmakta olan ca­riyeleri, Tâbutu bulup Âsiye hatunun önüne koydular.

Onlar, Tâbut´un içinde mal var sanıyorlardı.

Âsiye hatun; Tâbut´un içindeki çocuğu görünce, kalbinde, ona karşı bir şefkat ve sevgi duydu.

Firavun´a haber verdiği zaman, Firavun; onu, boğazlamak istedi ise de, Âsiye hatun, onu öldürmekten vaz geçirinceye, bıraktırıncaya kadar konuştu.

Firavun ise:

"Ben, bunun, İsrail oğullarından olmasından ve helakimizin, bunun eliyle vuku´ bulmasından korkuyorum!" demekte idi.

Mûsâ Aleyhisselâm için süt annesi aramağa başladılar.

Fakat, Mûsâ Aleyhisselâm, bulunan kadınlardan hiç birinin sütünü ağzına al-mayordu.

Oysa ki, kadınlar, Firavunun katında derece ve para kazanmak için Mûsâ Aley­hisselâmı emzirmeyi çok arzu ediyorlardı.

Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşi, onlara:

"Ben, size; bu çocuğa iyi bakıp emzirecek ve terbiyesi hususunda kusur gös­termeden ona iyiliklerde bulunabilecek bir aile göstereyim mi?" dedi.

Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşini yakalayıp:

"Sen, bu çocuğu, tanıdın! Bize, onun ailesini göster!" dediler.

O da:

"Ben, çocuğu da, ailesini de, tanımıyorum.

Ben, ancak, Kral hakkında iyi niyet ve dilekte bulunan bir aile demek istedim!" diye cevap verdi.

Annesi, yanına geldiğinde, Mûsâ Aleyhisselâm, onun memelerinden, süt em­meye başladı.

Annesi, az kalsın:

"Bu, benim çocuğum!" dey i verecekti!

Fakat, Yüce Allah, onu, bundan korudu.

Çocuğun Mûsâ adını alması, kendisinin, ağaçlık içinde ve suda bulunmasın­dan ileri gelmişti.

Çünki, Kıbtîce: Mu: su, Sa da, ağaç demektir.

Mûsâ Aleyhisselâm, yürüyecek yaşa geldiğinde, annesi, onu oynatıyordu.

Bir gün, Âsiye hatun, onu, Firavun´a uzatarak:

"Benim ve senin için göz aydınlığı olan çocuğu, al!" demişti.

Firavun:

"Bu, benim için değil, senin için göz aydınlığıdır!" diye karşılık verdi.

Eğer, Firavun:

"Benim için de, göz aydınlığıdır!" demiş olsaydı, belki, kendisine imân etmek nasîb olurdu.

Fakat, o, bu sözü söylemekten kaçındı.

Firavun, onu, kucağına alınca, Mûsâ Aleyhisselâm, Firavunun sakalını çekip yoldu!

Firavun, kızıp:

"Celladları, yanıma çağırınız! Bu, o´dur!" dedi ise de, Âsiye hatun:

"Bu çocuğu, öldürmeyiniz! Belki, bize faydası dokunur, yahud, kendimize ev-lad ediniriz!

O, daha çocuktur. Aklı, ermez. Bunu, ancak, çocukluğundan, yapmıştır.

Sen, Mısırlılar arasında süs eşyası, benden daha zengin bir kadın bulunmadı­ğını, bilirsin.

Ben, onun önüne, süs yakutlarından birini koyacağım.

Kendisine bir de, ateş koru koyacağım.

Eğer, Yakutu, alırsa, o, akıllı demektir.

Eğer, eline ateş korunu alırsa, o, sabidir" dedi.

Âsiye hatun, onun için, bir Yakut çıkardı.

İçinde ateş koru bulunan bir tası da, Mûsâ Aleyhisselâmın önüne koydurdu.

Cebrail Aleyhisselâm gelerek Mûsâ Aleyhisselâma, ateş koruna el attırdı.

Ateşi, ağzına götürünce, Mûsâ Aleyhisselâmın dili yandı.

Nihayet, Firavun, Mûsâ Aleyhisselâmı, oğul edindi. Kendisine (Firavunun Oğ­lu) denildi.[35]

Mûsâ Aleyhisselâmın Delikanlı Oluşu Ve Elinden Bir Kaza Çıkışı:

Mûsâ Aleyhisselâm, Firavunun sarayında büyümüş, Firavunların hayvanlarına biner, onların elbiselerinden giyer olmuştu.

Kendisine: (Firavunun Oğlu Mûsâ!) derlerdi.

Bir gün, Firavun, hayvana binerek gezmeye gitmişti.

Mûsâ Aleyhisselâm, saraya gelince, Firavun´un, hayvana binerek gezmeye git­tiğini söylediler.

Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm da, bir hayvana binip Firavunun arkasın­dan gitti. Öğle yemeği zamanı, şehre girdi.

Dükkânlar, kapalı olduğundan, yollarda, hiç kimse yoktu.

Mûsâ Aleyhisselâm; yolda, biri, kendisinin kavmi İsraillerden, diğeri de, onun düşmanı, Firavunlara mensub olan iki kişinin kavga etmekte olduklarını gördü.

Kendi kavminden olan adam, Mûsâ Aleyhisselâmdan yardım isteyince, Mûsâ Aleyhisselâm, Kıbtî´nin göğsüne, bir yumruk vurdu. Vurur vurmaz, onu, öldürdü.

Mûsâ Aleyhisselâm: "Bu, şeytan´ın işidir. Şeytan, insanı, açıkça azdıran bir düşmandır.

Ey Rabb´im! Bu adamı, öldürmekle, kendime yazık ettim! Suçumu bağışla!" dedi.

Rahman ve Rahîm olan Allah, onu, afvetti. Mûsâ Aleyhisselâm:

"Ey Rabb´im! Hakkımda gösterdiğin bu lutûf ve ihsana karşı, bir şükrâne ol­mak üzere, günahkârlara arka olmayacağıma ve onlara yardım etmeyeceğime söz veriyorum!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm; yaptığı şeyden korkmuş ve kötü bir netice bekler bir hal­de, şehirde sabaha çıktı.

Sokakta dolaşırken, bir gün önce, kendisinden yardım istemiş olan adam, tek­rar yardım ister ve feryad eder bir halde, Mûsâ Aleyhisselâmın karşısına çıktı.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Sen, azgınlığı, apaçık gözüken bir kimsesin!" dedikten sonra, yine, ona, yar­dım etmek üzere ilerledi.

Kıbtî, ağır sözler söylediği için, Mûsâ Aleyhisselâm, onu, şiddetle yakalamak üzere, yürüyünce, İsrail oğullarına mensup adam, kendisine saldıracağını sana­rak, Mûsâ Aleyhisselâma:

"Ey Mûsâ! Dün öldürdüğün adam gibi, beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen, Mısır toprağında, ancak, Zorba kesilen bir kimse oldun! Sulh ve iyilik seven bir adam değilsin!" dedi.

Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, onu, kendi haline bıraktı.

Fakat, Kıbtî, dünkü adamın, Mûsâ Aleyhisselâm tarafından öldürülmüş oldu­ğunu halk arasında yaydı.

Firavun:

"Onu, yakalayınız. Bizim adamımızdır.

Onu, büyük caddelerde değil de, küçük yollarda arayınız!

Kendisi, genç olduğu için, büyük yolları, bilemez!" dedi.

Gerçekten de, Mûsâ Aleyhisselâm, küçük yollardan giderdi.

Şehrin ortasından bir adam, koşarak gelip:

"Ey Mûsâ! Mısır Eşrafı, seni, öldürmek üzere toplandılar. Senin hakkında ko­nuşuyorlar.

Hemen, buradan çık, git!

Şüphe yok ki, ben, senin iyiliğini dileyenlerdenim?" dedi.[36]

Mûsâ Aleyhisselâmın Medyen´e* Götürülüşü: Başa Dön

Mûsâ Aleyhisselâm; korku içinde, işin sonucunu bekler bir halde şehirden çıktı. "Ey Rabb´im! Beni, bu zâlim kavmin elinden kurtar!" diye yalvardı.

O sırada, elinde kısa mızrak tutan, atlı bir Melek, Mûsâ Aleyhisselâmın yanına geldi, ve:

"Beni, arkamdan takip et!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâmı, Medyen´e kadar götürdü.

Mısırla Medyen arası, sekiz gecelikti.

Mûsâ Aleyhisselâmın, ağaç yapraklarından başka yiyeceği yoktu.

Mûsâ Aleyhisselâm, Medyen şehrinin kapılarından birinin yanına geldiğinde, toplanmış bir çok kişinin hayvanlarını sulamakta olduklarını gördü.

Onların gerisinde iki kadın da, vardı ki, kalabalık yüzünden, suya yaklaşamı-yorlardı.

Mûsâ Aleyhisselâm, onlara:

"Nedir derdiniz? (Ne için suya yaklaşmıyorsunuz?) diye sordu.

Kızlar:

"Biz, zaitleriz, erkeklerin arasına sokulamıyoruz.

Çobanlar, hayvanlarını sulayıp götürmeden önce, biz, su alamıyoruz.

Babamız da, çok ihtiyar bir kimsedir." dediler.

Mûsâ Aleyhisselâm, onlara acıdı.

Kuyuya yaklaşarak kuyunun üzerindeki büyük taş kapağı, kaldırdı.

Halbuki, Medyenlilerden, müteaddid kimseler bir araya gelmedikçe, onu, kal­dıramazlardı.

Mûsâ Aleyhisselâm, kovayı alıp kuyudan su çekti. Kızlar, koyunlarını, suladılar. Sonra, babalarının yanına döndüler.

Halbuki, bundan önce, onlar, koyunlarını, ancak havuzda arta kalan su ile su­larlardı.

Mûsâ Aleyhisselâm, oradaki bir ağacın gölgesine çekilerek:

"Ey Rabb´ım! Cidden ben, bana indirdiğin hayrdan dolayı bir fakirim!" dedi.[37] "

O, bunu, söylediği zaman, biri, ona bakmış olsaydı, açlığın şiddetinden, bar-saklarının, yeşillenmiş olduğunu görürdü.

Böyle olduğu halde, o, Allâh´dan bir lokmadan fazla bir şey istemedi.[38] Kızlar, evlerine döndükleri zaman, babaları, onlara: "Gece olmadan gelişiniz, neden çabuk oldu?" diye sordu.

Onlar da:

"Salih bir Zat bulduk. Bize, acıdı. Davarlarımızı, sulayıverdi" diyerek[39] Mûsâ Aleyhisselâmın yaptığı iyiliği, Babaları Şuayb Aleyhisselâma haber verdiler. [40]

Şuayb Aleyhisselâm, kızlarından birisine:

"Git, onu, bana çağır!" diyerek[41] onlardan birisini[42] -ki, Mûsâ Aleyhisselâ­ma zevce olacak olanını[43], ona, gönderdi. [44]

O da, yüzünü örtüp[45] utana utana Mûsâ Aleyhisselâmın yanına vardı. Ona:

"Bize yaptığın sulama hizmetinin ücretini sana ödemesi için, Babam, seni, ça­ğırıyor!" dedi. [46]

Çağırılma sebebi hakkındaki söz, Mûsâ Aleyhisselâmın hoşuna gitmediğinden, önce, davete icabet edip gitmek istemedi ise de, orasının, yırtıcı ve vahşî hay­vanların durağı korkunç bir yer olduğunu düşünerek, onunla gitmekten başka çâre bulamadı. [47]

Kalkıp ona:

"Haydi, yürü!" dedi. [48]

Kız, öne düşüp yürüdü.

Mûsâ Aleyhisselâm da, onu, tâkıb etti. [49]

Giderlerken, rüzgâr, kızın elbisesini yukarı kaldırıp ta, arkası, açılıp görünün­ce[50], Mûsâ Aleyhisselâm, onun arkasına bakmak istemedi[51]

Ona bakmamak için, yüzünü, bir kere ondan başka tarafa çevirdi, bir kere de, gözünü, yumdu ve:

"Ey Allâhın kulu kadın! Sen, benim arkamda ol! [52] Arkamda yürü! [53]

Yanılırsam, [54] yanıldığım zaman, [55] sen, bana sözünle[56], doğru yolu bulun­caya kadar, ayaklarıma atacağın çakıl taşları ile[57] yol göster[58].

Çünkü, biz Ehl-i Beyt[59] Yâkub Oğulları [60], kadınların, açılan arkalarına bak­mayız!" dedi. [61]

Mûsâ Aleyhisselâm, gelip Şuayb Aleyhisselâmın yanına girdiği zaman, akşam yemeği hazırlanmıştı.

Şuayb Aleyhisselâm:

"Ey genç! Otur, yemek ye!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Allâha sığınırım!"´[62] diyerek yemek yemekten kaçındı. [63]

Şuayb Aleyhisselâm:

"Ne için böyle yapıyorsun? [64] Sen, aç değil´misin?" diye sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Evet! Ben, ac´ım. Amma, bunun, koyunlarınızı sulamanın karşılığı olmasın­dan korkarım.

Ben, öyle bir Ehl-i Beyt´tenim ki, biz, Âhiret emellerinde hiç bir şeyi, dünya do­lusu altına satmayız!" dedi.

Şuayb Aleyhisselâm:

"Hayır! Vallahi, ey genç! Bu yemek, hizmet karşılığı, değildir. [65]

Bu, ancak, Atalarımın[66] âdetidir[67] Biz, konukları, ağırlarız ve onlara yemek ye-diririz!" dediği zaman[68], Mûsâ Aleyhisselâm, oturup yemek yedi. [69]

Mûsâ Aleyhisselâm, Şuayb Aleyhisselâma, başından geçenleri anlattı.

Şuayb Aleyhisselâm:

"Korkma! O zâlimler güruhundan kurtuldun!" dedi.[70]

Mûsâ Aleyhisselâmın Şuayb Aleyhisselâma Dâmad Oluşu:

İki kızdan, Mûsâ Aleyhisselâmı, çağıranı Şuayb Aleyhisselâma: "Babacığım! Onu, ücretle çoban tut!

Çünkü, ücretle çalıştırdıklarının en hayırlısı, hiç şüphesiz, o güçlü ve emîn adam­dır!" dedi.

Şuayb Aleyhisselâm:

"Haydi, onun cok güçlü olduğunu, kuyunun ağzındaki ağır taşı, kaldırdığını gö­rünce, anladın[71]; onun emniyetli olduğunu, sana anlatan şey nedir?" dedi. [72]

Kız:

"Ben, onun önünde yürüyordum...

O, bana, hıyanet etmek istemeyip arkasından yürümemi, emretti." dedi. [73]

Bunun üzerine, Şuayb Aleyhisselâmın, Mûsâ Aleyhisselâma rağbet ve tevec­cühü arttı[74]:

"Ben, iki kızımdan birini -sen, bana, sekiz yıl ecîrlık etmek üzre- sana nikâhla-mayı arzu ediyorum.

Eğer, (hizmetini) on (yıl)a tamamlarsan, o da, kendinden. (Bununla beraber) arzu etmem ki, sana, zorluk çektireyim.

İnşâallâh, beni, Sâlihlerden bulacaksın!" dedi.

Mûsâ (Aleyhisselâm):

"O, seninle benim aramdadır.

Bu iki müddetten hangisini ödersem, demek ki, bana karşı, bir husûmet yoktur.

Allah da, şu dediğimizin üstünde bir Vekîl´dir." dedi. [75]

Şuayb Aleyhisselâm[76], kızlarından birine[77], Mûsâ Aleyhisselâmla evlendir­mek istediği kızı Safura´ya[78], Mûsâ Aleyhisselâmın, davarları yayarken yarar­lanması için[79] bir Asa getirmesini emretti.

Kız da; bir Asa getirdi ki, bu Asa, insan suretine girmiş bir Melek tarafından, Şuayb Aleyhisselâma bir Vedîa, bir emânet olarak tevdi´ edilmiş olup[80] yanın­da bulunuyordu. [81]

O zaman, Peygamberlerin Asaları, Şuayb Aleyhisselâmın yanında idi. [82]

Şuavb Aleyhisselâm, kızının Emânet Asayı getirdiğini görünce[83], onu, geri verdi[84] ve başka bir Asa getirmesini, ona emr etti. [85]

Kız, Asaların bulunduğu yere girdi, bir Asa alıp getirdi.

Babası, onu, görünce;

"Hayır! Bundan başkasını, getir!" dedi.

Kız, her defasında, onu, yerine bırakıp başkasını almak istedikçe, hep eline, o Asa, düşüyor, geliyor[86], eline, başkası, düşmüyor, gelmiyordu[87].

Nihayet, Şuayb Aleyhisselâm, o Asa´yı, Mûsâ Aleyhisselâma verdi:

"Al bunu, yanında bulunsun! Yırtıcı hayvanları, kendinden ve koyunlarından men edersin!" dedi. [88]

Mûsâ Aleyhisselâm, onu, eline alarak davarları, yaymağa gitti. [89]

Asa: Avsec ağacındandı. [90]

Asanın baş tarafı, iki çatallı, ucu da, eğri ve kancalı idi. [91]

Şuayb Aleyhisselâm; Asa´yı, Mûsâ Aleyhisselâma verdiği zaman[92], onun, ya­nında bir Vedîa, bir Emânet olduğunu düşünerek nadim oldu. [93]

Asayı, Mûsâ Aleyhisselâmdan geri almak için[94] gitti. Ona, kavuşunca[95]:

"Asa´yı, bana geri ver!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"O, benim Asam´dır"[96] diyerek Asayı geri vermeğe yanaşmadı. [97]

En sonunda, kendileriyle karşılaşacak[98], yanlarına gelecek[99] ilk adamı, Ha­kem yapmağa ve onun vereceği hükme razı oldular. [100]

O sırada, insan suretine girmiş[101] bir Melek, yürüyerek yanlarına geldi. [102]

"Asa´yı, yere koyunuz! Onu, yerden, kim kaldırabilirse, o, onundur, diye, hü­küm verdi.[103]

Mûsâ Aleyhisselâm, Asa´yı, yere koydu. [104]

Şuayb Aleyhisselâm, onu, kaldırmağa güc yetiremedi.

Mûsâ Aleyhisselâm, Asa´yı, eliyle tutup kaldırdı. [105]

Şuayb Aleyhisselâm, bunu, görünce[106], Asayı, Mûsâ Aleyhisselâma bıraktı. [107]

Mûsâ Aleyhisselâm, Şuayb Aleyhisselâm in yanında, Allâhın dilediği kadar kal­dıktan sonra, ayrılmak için, izin istedi. [108]

Kurân-ı Kerimin Mûsâ Aleyhisselâmla İlgili Hadiseler Hakkındaki Açıklaması:

"...Bunlar (gerçekleri) apaçık bildiren Kitabın âyetleridir.

Mûsâ ile Firavun haberinden bir kısmını, iman edecek bir zümre(nin yararlan­ması) için, hakk olarak sana okuyacağız.

Hakîkat, Firavun, o yerde (Mısırda) tegallübe (aşın zulme) kalktı. Ora ehâlisini, fırkalar haline getirdi.

Onlardan bir zümreyi za´fa uğratıyor, onların oğullarını boğazlıyor, kızlarını, diri bırakıyordu.

Çünki, o, fesadcılardandı.

Biz ise, istiyorduk ki, o yerde za´fa uğratılanlara lütfedelim, onları, (hayrda) muk-tedâbihler yapalım. Onları (Firavun mülkünün) varisler(i) kılalım.

Onlara, o yerde kudret (ve hâkimiyet) verelim.

Firavun´a, Hâmân´a ve bunların ordularına da, onlardan gocunmakta oldukları şeyi (başlarına getirip) gösterelim.

Mûsânın anasına:

Onu, emzir! Sana, ona âid bir tehlike gelince, kendisini, denize (Nîle) bırak!

(Boğulacağından) korkma! Tasalanma.

Çünki, biz, onu, yine sana geri döndüreceğiz.

Hem onu, Peygamberlerden biri de, yapacağız!" diye Vahy ettik.

Bunun üzerine, Firavunun adamları, onu, yitik olarak aldılar.

Çünki, o, akıbet, kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı.

Çünki, Firavun da, Hâman da, bunların orduları da, suçlulardı.

Firavunun karısı:

Benim için de, senin için de, bir göz bebeği! Onu, öldürmeyiniz!

Olur ki, bize yararı dokunur, yahud onu, bir oğul ediniriz dedi.

Halbuki, onlar, işin farkında değillerdi!

Musa´nın anası-yüreği, bomboş olarak-sabahladı.

Eğer, inananlardan olması için, kalbine rabıta vermeseydik, az daha muhakkak, açıklayacaktı!

(Musa´nın) kız kardeşine:

"Onun izini tâkıb et!" dedi.

O da, berikiler, farkında olmayarak, onu, uzaktan gözetledi.

Biz, daha önce, ona, süt analar(ın sütünü emmeyi) haram etmiştik.

Bunun üzerine, (kız kardeşi, onlara):

Sizin için onun bakımını sağlayacak, kendileri, buna hayrhâh olacak bir aile hak­kında size delillikte bulunayım mı? dedi.

İşte, (böylece) onu, anasına geri verdik, tâ ki, gözü aydın olsun, tasalanmasın, Allâhın va ´dinin, şüphesiz bir hak olduğunu bilsin.

Fakat, onların çoğu, (bunu) bilmezler. Vaktâ ki, Mûsâ, civanlığına erip olgunlaştı. Biz, ona, hikmet ve ilim verdik.

İyilik edenleri, biz, böyle mükâfatlandırırız.

(Mûsâ) ehâlisinin gaflet üzere bulunduğu bir zamanda şehre girdi de, (orada) birbiriyle kavga etmekte olan iki adam gördü. Şu, kendi taraf darlarından, bu da, düşman(lar)ındandı.

Derken, tarafdarlarından olan(adam) düşmana karşı imdad istedi.

Bunun üzerine, (Mûsâ), onu, bir yumruk vurup öldürdü.

"Bu, dedi, şeytanın işlerindendir.

O, hakikat şaşırtıcı apaçık bir düşmandır.

Rabb´ım! Ben, cidden, kendime yazık ettim. Artık, beni, yarlığa!" dedi.

Bunun üzerine, (Allah) onu, yarlıgadı.

Çünki, O, çok Yarlıgayıcı, çok Esirgeyici olanın ta kendisidir.

Rabb´ım! Bana, in´am ettiğin şeyler hakkı için, artık, suçlulara asla arka olma­yacağım! dedi.

Hulâsa, şehirde korkarak (ve başına gelecek akıbete) intizar ederek sabahladı.

Bir de, ne görsün: dün, kendisinden imdad isteyen (adam, yine) ona, feryad (ve ondan istimdad) ediyor!

Mûsâ, ona:

"Sen, hakfkat, apaçık bir azgınsın!" dedi.

Derken, (Mûsâ) ikisinin de, düşmanı olan birini yakalamak isteyince (onun, ken­disini yakalamak istediğini sanan istimdada):

"Mûsâ! Dün, bir can öldürdüğün gibi (şimdi) beni de mi öldürmek istiyorsun?!

Sen, arabuluculardan olmayı arzu etmiyorsun da, bu yerde ille yaman bir Zorba olmak istiyorsun! dedi.

Şehrin öte başından koşarak bir adam geldi;

Mûsâ! (şehrin) öne gelenleri, seni öldürmek için (toplandılar) Hakkında müzâke­re ediyorlar.

Hemen (buradan) çık (git)

Şüphesiz ki, ben, senin hayrhâhlanndanım! dedi.

Bunun üzerine, (Mûsâ) korkarak (ve etrafı) gözetleyerek oradan çıktı:

Rabb´ım! Beni, o zâlimler güruhundan kurtar! dedi.

(Mûsâ) Medyen tarafına yönelince:

Umarım ki, Rabb´ım, beni, doğru yola iletir! dedi.

Vaktâ ki, Medyen suyuna vardı.

(Suyun) üst tarafında (ve kenarında) bir sürü insan buldu ki (hayvanlarını) sulu-yorlardı.

Onların gerisinde (ve alt yanında) da, (sürülerini) alıkoyan iki kadın gördü.

(Onlara):

Nedir derdiniz? dedi.

(Onlar):

Çobanlar, (davarlarını) suvarıp dönünceye kadar, biz suvarmayız.

Babamız ise, büyük bir ihtiyardır!" dediler.

Bunun üzerine, (Mûsâ), onlarınkini suvarıverdi.

Sonra, gölgeye dönüp:

Rabb´ım! Hakîkat, ben, bana indirdiğin hayrdan dolayı muhtacım! dedi.

Derken, o iki (kadın)dan biri, utana utana yürüyerek ona geldi.

Babam, bizfim davarlarımızı) suvardığının ücretini sana ödemek için, seni, ça­ğırıyor, dedi.

Bunun üzerine, (Mûsâ) ona varıp kıssayı anlatınca, o: Korkma! O zalimler güruhundan kurtuldun! dedi. O ikiden biri: Babacığım! Onu, ücretle (çoban) tut.

Çünkü, ücretle kullandıklarının en hayırlısı, şüphesiz ki, o kuvvetli, emîn (adam­dır) dedi.

(O Zat, Musa´ya):

Bu iki kızımdan birini -sen, bana sekiz yıl ecîrlık etmek üzre- sana, nikahlamak istiyorum.

Eğer, (hizmetini) on (yıl) a tamamlarsan, o da, kendinden.

(Bununla beraber) arzu etmem ki, zorluk çektireyim. İnşallah, beni, Sâlihlerden bulacaksın! dedi.

(Mûsâ):

O, seninle benim aramdadır.

Bu iki müddetten hangisini ödersem, demek ki, bana karşı bir husûmet yok.

Allah da, şu dediğimizin üstünde bir Vekil!" dedi. [109]

Mûsâ Aleyhisselâmın Medyen?den Ayrılması Başa Dön

Mûsâ Aleyhisselâm; Şuayb Aleyhisselâmın kızı ve kendisinin de, zevcesi olan Safura hanımı yanına alarak[110] Medyen´den ayrıldığı zaman[111], kıs mevsimi idi. [112]

Mûsâ Aleyhisselâm; zevcesi, koyunları ve çakmağı yanında ve Asası da, elin­de olduğu halde, yola devam etti.

Gündüzün, Asası ile vurarak, ağaçlardan, koyunlarına yaprak döker; akşam olunca da, çakmağını çakar, ateş yakar ve ateşin çevresinde kendisi, zevcesi ve koyunları, gecelerdi.

Ertesi günü, sabaha çıkınca da, zevcesini, koyunlarını yanına alır, Asasına da­yanarak aynı şekilde yola devam ederdi. [113]

Samda oturan kralların serlerine uğramamak için, şehir ve mamurelerden uzak, sapa yollardan gidiyorlar, gittikleri yolun, kendilerini, nereye ulaştıracağını bilmi­yorlar, Şam çölünde yollarına devam ediyorlardı.

Bir ara, yollarını da, şaşırmışlar, nereye gideceklerini, bilmiyorlardı.

Gittikleri yol, kendilerini, soğuk bir kış akşamında Tür dağının sağına düşen batı tarafına kadar götürmüştü.

Gecenin bütün karanlığı, üzerlerine çökmüş[114], gök gürlemeğe, şimşek çak­mağa, yağmur dökülmeğe başlamıştı.

Zevcesini de, doğum sancısı tutmuştu. [115]

Mûsâ Aleyhisselâm, ateş yakıp çevresinde ailesini ısıtmak, geceletmek için, çakmağını çıkardı, çaktı.

Çakmak ateş çıkarmadı. [116]

Yoruluncaya kadar onu, çaktı durdu.

Şaşırmıştı. Ayağa kalktı, oturdu.

Tekrar tekrar uğraştı ise de, çakmak taşından, ateş çıkaramadı.

Çaresizlik içinde kaldı. Son derecede daraldı ve bunaldı.

Acaba bir ses işitebilirmiyim veya bir hareket sezebilirmiyim diye etrafı, dinle­meğe, gözetmeğe başlamıştı. [117]

Mûsâ Aleyhisselâmın İlâhî Tecellîye, Vahy´e Mazhar Ve Peygamber Oluşu:

Kur´ân-ı kerimde açıklandığı gibi; Mûsâ Aleyhisselâm:

"Bir Ateş görmüştü de, ailesine:

Siz (burada) durunuz! Hakikat, ben, bir ateş gördüm.

Belki, ondan, size bir kor getirir, yahud ateşin yanında bir yol (gösterici) bulu-rum." dedi. [118]

Mûsâ Aleyhisselâmın üzerinde yünden cübbe, yünden kilim, yünden don ve yünden gömlek bulunuyordu.

Papucu da, dabaklanmamış merkep derisindendi. [119]

Mûsâ Aleyhisselâm; yerle gök arasında yükselen güneş şuâı gibi göz kamaştı­ran Nûr direğiyle karşılaşınca, onu, önce, bir ateş yalını sanmıştı.

Halbuki, o, ateş değildi. Yüce Allanın Nûrundandı. [120]

Mûsâ Aleyhisselâm, gördüğü Nur´a doğru ilerleyip te, onun, Ullayktan, (Bö­ğürtlen, Mûsâ ağacından) veya Avsece ağacından yalınlandığını[121], tâ semâdan oradaki büyük bir Avsece ağacına kadar uzandığını, dumansız, büyük bir Ateş olduğunu ve yeşil bir ağacın ortasından yalınlandığı halde, ağacın yeşilliğini artır­maktan başka bir şey yapmadığını, görünce, şaşırdı. [122]

Mûsâ Aleyhisselâm, ona, yaklaşınca, ağaç ve Nûr, geriye çekildi!

Onun gerilediğini görünce, korkup geri dönmek istedi.

Fakat, Ateş yalını, yine, kendisine yaklaştı. [123]

Mûsâ Aleyhisselâmın korkusu, arttı.

Gözlerini, eliyle kapadı, yere yattı, yapıştı.

Kulağına; kulakların, bir benzerini daha işitmedikleri sesler, geliyordu!

Korkunun şiddetinden, az kalsın aklı, başından gidecek dereceye geldi! [124]

Kendisine; feyizli, mümtaz yerdeki Vadinin sağ kıyısındaki[125] ağaçtan:

"Ey Mûsâ!" diye seslenildiği zaman[126], Mûsâ Aleyhisselâm:

"Lebbeyk! Lebbeyk! = Buyur! Buyur! Emrine amadeyim!" diyor, kendisini, ça­ğıranın, kim olduğunu, bilmiyordu.

"Ben, senin sesini işitiyorum.

Fakat, yerini, göremiyorum. Sen, nerdesin?" diyordu.

"Ben, üzerinde, yanında, önündeyim! Sana, senden daha yakınım!" buyuru-lunca, Mûsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a yarasanın da, bu olduğunu anlamıstı.[127]*

Diğer rivayete göre:

Mûsâ Aleyhisselâm: "Yâ Rab: Sen, yakın mısın? (Yakınsan) Sana, yavaş söy­leyeyim.

Sen, uzak mısın? (Uzaksan) Sana, sesleneyim.[128]

Ben, Senin sesini çok iyi işitiyorum, fakat, seni, göremiyorum.

Sen, neredesin?" dedi.[129]

Yüce Allah:

"Ben, senin arkandayım, önündeyim, sağındayım, solundayım!

Ey Mûsâ! Kulum, beni, andığında, ben, onun yanında oturanıyım.[130]

Dua ettiği zaman da, onun yanındayım." buyurdu.[131] Mûsâ Aleyhisselâm :

Elhamdü lillâhi Rabb´il´âlemîn! = Âlemlerin Rabb´ı olan Allah´a hamd olsun!" dedi. "Ey Mûsâ! Âlemlerin Rabbi olan Allah, ben´im!" buyuruldu.[132]

Rabb´inin, yüce huzurunda bulunmanın heybetinden, Mûsâ Aleyhisselâmı kalbi, şiddetle çarpmağa başlamış, bacakları, titremiş, dili, tutulmuş, vücudunun gücü, azalmış, kendisi, ölü gibi hareketsiz hale gelmişti.[133]

Yüce Allah, bir Melek gönderip Mûsâ Aleyhisselâmın kalbini, güçlendirdi. Ak­lı, başına geldi.[134]

Artık, o, İlâhî Ses´e ve Söz´e, bir dereceye kadar alışmış bulunuyordu.[135] "Ey Allah´ım Dinlediğim kelâm, Senin mi idi? yoksa, Elçinin mi idi?" diye sordu.

Yüce Allah:

"Evet! Seninle konuşan, ben idim.

Yaklaş bana!" buyurdu.[136]

"Ey Mûsâ! O sağ elindeki nedir?" diye sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm

"O, benim Âsamdır." dedi.[137]

Yüce Allah:

"Onunla, ne yaparsın?" diye sordu.

Musa Aleyhisselâm:

"Ona, dayanırım.

Onunla, vurup ağaçtan, koyunlarıma yaprak dökerim.

Onu, bana âid azık dağarcığımı, su tulumumu, üzerinde taşımak gibi hacetler­de de, kullanırım." dedi.

Yüce Allah:

"Ey Mûsâ! Onu, (elinden) bırak!" buyurdu.

Mûsâ Aleyhisselâm, (elinden, yere) bırakınca, Asa, koşar bir yılan oluverdi! [138]

Asanın iki çatalı, yılanın ağzı, sivri ucu da, arkasında kuyruk şeklini aldı.

Yılanın azı dişleri ise, titriyordu!

Yüce Allah, onun, ne şekle girmesini, istemişse, o, o şekli almış bulu­nuyordu. [139]

Mûsâ Aleyhisselâm, onu, böyle korkunç bir halde görünce, tâkıb edemeyip geri döndü. [140]

Rabb´i, ona:

"Ey Mûsâ! Beri gel, korkma!

Biz, onu, eskiden olduğu gibi, Asa haline çevireceğiz!" buyurdu.´[141]

Mûsâ Aleyhisselâm, son derece korkmuş bir halde, geri dönüp[142] gelince de, Yüce Allah:

"Tut onu ve korkma!

Elini, onun ağzına sok!" buyurdu.´[143]

Mûsâ Aleyhisselâm, elini; yılanın ağzına sokmak için, sırtındaki yün cübbesi-nin yeniyle sardı.

"Elini, cübbenin yeniyle sarmayı bırak!" diye seslenildi.

Mûsâ Aleyhisselâm, elini, yeninden çıkardıktan sonra, yılanın çene kemikleri arasına sokunca, yılan, elinde Asa haline geldi, ve elini, Asanın iki çengeli ara­sında buldu.

Asanın sivri tarafı da, ucu oldu.

Bunda sonra, Mûsâ Aleyhisselâma:

"Elini, koynuna sok da, o, hiç bir kusursuz olarak, bembeyaz çıkıversin!" denildi.

Mûsâ Aleyhisselâm, esmer tenli idi.

Elini, koynuna soktu. Sonra, onu, kar gibi, beyaz olarak çıkardı.

Sonra, elini, tekrar koynuna sokup çıkardı, eskiden olduğu gibi, esmer tenli oldu.

Sonra, Mûsâ Aleyhisselâma:

"İşte, bu iki (Mucize), Firavun ile cemaatına, Rabb´indan iki bürhan´dır.

Çünkü, onlar, fâsıklar güruhudur!" buyuruldu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Ey Rabb´im! Ben, onlardan, bir adam öldürmüştüm.

Bunun için, onların, beni, öldüreceklerinden korkarım!

Kardeşim Harun -ki, o, dil bakımından, benden daha fasâhatlıdır- onu da, be­nimle birlikte yardımcı olarak gönder ki, benim sözlerimi, doğrulasın.

Ben, konuşurken, sözlerimden, onların, anlamadıklarını, o, anlar ve açıklar. Çünkü, ben, onların, beni yalanlayacaklarından korkarım!" dedi.

"Senin pazunu, kardeşinle güçlendireceğiz ve size öyle bir satvet vereceğiz ki, onlar, size erişemeyecekler!

Gidiniz âyetlerimizle!

Siz de, size tâbi olanlar da, üstün geleceksiniz!" buyruldu. [144]

Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâmı, geceli gündüzlü[145] yedi gün, kendi haline bıraktı.

Yedi geceden sonra, ona:

"Ey Mûsâ! Sana söylediği şey hakkında Rabb´ine icabet et!" buyruldu. [146]

Kur´ân-ı Kerimin Tuvâ Vadisindeki Müşahede Ve Mükâlemeler Hakkındaki Açıklaması:

Tuvâ vadisindeki Müşahede ve Mükâlemeler, Kurân-ı Kerim´de şöyle açıklanır:

"Artık, Mûsâ, müddetini bitirince, ailesiyle yola çıktı.

O, Tûr[147] yanından bir ateş his etmişti.

Ailesine:

(Siz, burada) eğleşiniz. Çünkü, ben, bir ateş gördüm.

Olur ki, size, ondan bir haber, yâhud (ocak yakıp) ısınmanız için, bir ateş parça­sı (kor) getiririm." dedi.

Derken, oraya varınca, Feyizli (ve mümtaz) bir yerdeki vâdi´nin, sağ kıyısından, Ağaçtan:

Ey Mûsâ! Âlemlerin Rabb´i olan Allah, şüphesiz ben´im ben!" diye ve Asanı (yere) bırak!" diye seslenildi.

Şimdi (Mûsâ) onu, bir yılan gibi deprenir bir halde görünce, arkasını dönüp uzak­laştı, geri dönmedi.

Ey Mûsâ! Beri gel! Korkma!

Çünkü, sen, emniyette olanlardansın![148] Vaktâ ki, oraya varınca, (şöyle) seslenildi:

Ateş (mahallin)de bulunana da, çevresinde olanlara da, muhakkak, (feyz ve) be­reket verildi.

Âlemlerin Rabb´i olan Allah, münezzehdir (her noksandan uzaktır)

Ey Mûsâ! Hakikat şudur ki: mutlak galib olan, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, ben´im!

Asanı, (yere) bırak! (Mûsâ, Asasını bırakıp ta) onu, çevik bir yılan gibi hareket eder görünce, arkasına dönüp kaçtı ve geri dönmedi.

Ey Mûsâ! korkma!

Çünkü, ben (Var´ım) Benim yanımda, Peygamberler (hiç bir şeyden) kork-maz(lar).[149]

Şüphesiz ki, senin Rabb´in, ben´im ben!

Haydi, pabuçlarını, çıkar!

Çünkü, sen, Mukaddes Vadi´de, Tuvâ´dasın!

Ben, seni, (Peygamberliğe) seçtim.

Şimdi, Vahy olunacak şeyleri, dinle:

Şüphe yok ki, Allah, ben´im ben! Benden başka hiç bir ilâh yoktur.

Öyle ise, bana ibâdet et!

Beni zikretmek için, namaz kıl.

Çünkü, o Saat (Kıyamet), hiç kuşkusuz, gelecektir.

Ben, onu(n vaktini) hemen açıklayacağım geliyor ki, herkes, neye çalışıyorsa, kendisine, onunla mukabele edilmiş olsun!

Mûsâ! O sağ elindeki nedir?

? O, benim Asam´dır. Ona dayanırım. Onunla, davarlarıma, yaprak silkerim. Onda, bana mahsus başka hacetler de, vardır! dedi. (Allah):

Onu, (elinden, yere) bırak! buyurdu.

O da, bıraktı.

Bir de, ne görsün: koşup duran bir yılan olmuştur o!

(Allah):

Tut onu! Korkma! Biz, onu, yine evvelki şekline çevireceğiz! buyurdu. [150]

Elini, koynuna sok ta, Firavuna ve kavmine (göstereceğin) dokuz Mûcize[151] için­de, o, kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin[152]

"...İşte, bu iki (Mucize), Firavuna ve cemaatına, Rabb´inden, iki burhandır.

Çünkü, onlar, fâsıklar güruhudur!" diye (buyuruldu.[153]

Firavuna git! Çünkü, o, pek azdı.

Ona, de ki: Senin (küfürden, azgınlıktan) temizlenmende meylin var mıdır?

Seni, Rabb´ini, tanıtmağa irşad edeyim mi? (ki, Ondan) korkasın? [154]

Mûsâ:

Ey Rabb´im! Gerçekten, ben, onlardan, bir can öldürdüm.

Onun için, beni öldüreceklerinden korkarım.

Kardeşim Hârûn. O, dil bakımından, benden daha fesâhatlıdır.

Onu da, benimle birlikte Yardımcı (bir Peygamber) olarak gönder ki, beni, doğ-rulasın.

Çünkü, ben, onların, beni, yalanlayacaklarından endişeleniyorum! dedi. (Allah):

Senin pâzunu, kardeşinle güçlendireceğiz ve size, öyle bir satvet (ve galebe) vereceğiz ki, onlar, size erişemeyecekler.

Gidiniz âyetlerimizle!

Siz de, size tâbi olanlar da, galip (geleceksiniz! buyurdu! [155]´ (Mûsâ):

"Ey Rabb´im! Benim göğsüme genişlik ver! İşimi, kolaylaştır!

Dilimden de (şu) düğümü, çöz ki, sözümü, iyi anlasınlar. Bana, kendi ailemden bir de, Vazîr ver, kardeşim Harun´u. Onunla, sırtımı güçlendir. Onu, işimde ortak kıl!

Tâ ki, Seni, çok teşbih edelim, Seni, çok analım.

Şüphe yok ki Sen, bizi hakkıyle görensin!" dedi.

(Allah):

Ey Mûsâ! İstediğin, sana verilmiştir.

And olsun ki: Biz, sana, diğer bir zamanda, anana Vahy olunacak şeyi ilham ettiğimiz vakitte de, lütfetmiş, ve (kendisine) onu, Tâbut´a (sandığa) koy da, deni­ze (Nil´e) at ki, deniz, onu, kıyıya bıraksın, Onu, benim de, kendisinin de, düşmanı olan birisi alacak! diye (emreylemistik).

Sana karşı (ey Mûsâ!) Gözümün önünde yetiştirilmen için, kendimden bir sevgi de, bırakmıştım.

Hani kız kardeşin gidip (şöyle) diyordu:

Ona, bakacak bir kimse (sağlamak üzre) size delâlette bulunayım mı? Böylece, seni, tekrar annene verdik ki, gözü aydın olsun, tasalanmasın. Sen, bir de, adam öldürmüştün de, biz, seni, o tasadan da, kurtarmıştık. Seni, türlü türlü ibtilâlarla imtihan etmiştik. Bunun için, yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da, (hakkındaki) takdire göre (buraya) geldin! Ey Mûsâ! Ben, seni, kendim için (Peygamber) seçtim. Sen, kardeşin de, beraber olarak Mucizelerimle git. İkiniz de, beni hatırlayıp anmakta gevşeklik göstermeyiniz. Firavuna gidiniz. Çünki, o, gerçekten, azdı. (Gidiniz de) Ona, yumuşak söz söyleyiniz. Olur ki, o, öğüt dinler, yâhud (Allâh´dan) korkar. "[156]

Mûsâ Aleyhisselâmın Ailesinin Medyene Götürülüşü:

Mûsâ Aleyhisselâmın, Tuvâ vadisinde bir oğlan çocuğu doğmuştu.

Mûsâ Aleyhisselâm; orada, İlâhî Vahyi telakkî ile meşgul olduğundan, ailesi­nin yanına uğrayamaz olrouştu. [157]

Ailesi, Mûsâ Aleyhisselâmın nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyordu.

Orada, yalnız başına oturduğu sırada, Medyenlilerden[158] ve Şuayb Aleyhis-selâmın Ev halkından´[159] bir çoban, oraya uğrayınca, onları, tanıdı ve alıp Şu­ayb Aleyhisselâmın yanına götürdü.

Mûsâ Aleyhisselâmın ailesi ve çocuğu; Firavunun, denizde boğulduğu haberi, alınıncaya kadar Medyen´de Babası Şuayb Aleyhisselâmın yanında kaldı. [160]

Mûsâ Aleyhisselâmın Mısır´a Gidişi:

Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâmı, Mısıra gönderdi.

Mûsâ Aleyhisselâm; Mısırın yolunu bilmiyor, Yüce Allah, ona, yol gösteriyordu.

Elinde Asasından, sırtında yün kaftanından, başında yün takyesinden, ayakla­rında da, bir çift ayakkabısından başka, yanında hiç bir şey bulunmuyordu.

Av etinden ve yer bakliyatından yararlanıyordu. Gündüzleri oruç tutuyor, geceleri namaz kılıyordu. [161] Nihayet, Mısıra ulaştı. Geceleyin, annesinin evine vardı.

Ne kendisi, evin halkını, tanıyabildi, ne de, onlar, Mûsâ Aleyhisselâmı, tanıya­bildiler.

Mûsâ Aleyhisselâm, Mercimek çorbası yenileceği sırada, evin bir tarafına oturdu.

Hârûn Aleyhisselâm gelip onu, görünce, annesine, bunun, kim olduğunu sordu.

Annesi, onun, bir konuk olduğunu, haber verdi.

Bunun üzerine, Hârûn Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmı, yemeğe davet etti.

Yemeğe oturdukları zaman, konuşmağa başladılar.

Hârûn Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâma:

"Sen, kimsin?" diye sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Ben, Musa´yım!" deyince, hemen ayağa kalktılar, birbirleriyle kucak-laştılar. [162]

Zâten, Yüce Allah, Hârûn Aleyhisselâma, Mûsâ Aleyhisselâmın, kendilerine doğru gelmekte olduğunu, onunla, buluşmasını Vahy etmişti. [163]

Mûsâ Aieyhisselâm, Hârûn Aleyhisselâm´a: "Ey Hârûn! Sen, benimle birlikte Firavun´a git!

Yüce Allah, bizi, ona, Peygamber olarak gönderdi." dedi.

Hârûn Aleyhisselâm:

"İşittim ve itaat ettim!" dedi.

Anneleri, hemen ayağa kalktı ve bağırarak:

"Allah aşkına! Siz, Firavunun yanına gitmeyiniz!

O, ikinizi de, öldürür!" dedi.

Fakat, Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, annelerinin sözünü kabul etmeye ya-naşmadılar. [164]

Hârûn Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâma Vezîr ve Destek olmak üzere, Yüce Allah tarafından Peygamberlikle vazifelendirilmişti. [165]

Mûsâ Ve Hârûn Aleyhisselâmların Allah´a Münacatları Ve Firavunla Karşılaşmaları:

Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar:

"Ey Rabb´imiz! Doğrusu, biz, Firavun´un, bize karşı aşırı gitmesinden (ceza­landırılmakta hızlı davranmasından) yahud, taşkınlığını, artırmasından endişe edi­yoruz!" diye münâcâtta bulundular.

(Yüce Allah):

"Korkmayınız!

Çünkü, ben, sizinle beraberim. Ben, (her şeyi) işitirim, görürüm!

Hemen gidiniz de, ona (şöyle) deyiniz:

Biz, Rabb´inin iki Elçisiyiz.

Artık, İsrail oğullarını, bizimle gönder.

Onlara, işkence etme!

Biz, sana, Rabb´inden, hakîkî bir âyet getirdik.

Selâm (ve selâmet), doğruya tâbi´ olanlaradır.

Bize, şu hakîkat, Vahy olundu ki: hiç şüphesiz, azab, (Peygamberleri) yalanla­yanların ve (hak´dan)) yüz çevirenlerin tepesindedir!" [166]

Bunun üzerine, Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, geceleyin, Firavun´a gittiler.

Kapıyı, çaldılar.

Firavun da, korktu, kapıcı da, korktu.

Firavun:

"Kimdir bu ki, şu saatte benim kapımı çalabiliyor?!" dedi.

Kapıcı, yukarıdan, onlarla konuşup ne istediklerini sordu.

Mûsâ Aleyhisselâm, ona:

"Biz, Rabbül´âlemîn´in Resulüyüz!" deyince, kapıcı, korktu. [167]

"Sen, böyle, kimin kapısını çaldığını, biliyormusun?!

Sen, ancak, Seyyid´inin kapısını çalıyorsun!" dedi.

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Ben de, sen de, Firavun da, Yüce Allah´ın kulcuklarıdır!" dedi. [168]

Kapıcı, hemen gidip Firavun´a haber verdi. [169] ve:

"Orada, deli bir insan var!

(Ben, Rabbül´âlemîn´in Resulüyüm!) diyor!" dedi. [170]

Firavun:

"Onu, içeri koy!" dedi. [171]

İçeri girmelerine izin verilince[172], Mûsâ ve Hârûn Aleyhisselâmlar, içeri girdiler. [173]

Mûsâ Aleyhisselâmın sırtında yünden bir cübbe, Aba, belinde lif kuşak, elinde de, kapıyı çalıp açtırdığı Asa´sı bulunuyordu. [174]

Firavun, Mûsâ Aleyhisselâma:

"Sen, kimsin?" diye sordu. [175]

Mûsâ Aleyhisselâm:

"Ben, Rabb´ül´âlemîn´in Resulüyüm! [176]

İsrail oğullarını, benimle gönderesin diye, beni, sana gönderdi." dedi. [177]

Firavun, biraz düşününce[178], Mûsâ Aleyhisselâmı, tanıdı[179]:

"Biz, seni, yeni doğmuş (bir çocuk) iken, içimizde büyütmedik mi?

Sen, ömründen, bir hayli yıllar, bizim aramızda kalmadın mı?

Nihayet, o yapmış olduğun işi de, sen yaptın!

Sen, nankörlerdensin!" dedi.

(Mûsâ):

"Ben, bunu, o vakit, bilmezlerden olarak yapmıştım.

Sizden korkunca da, hemen içinizden kaçtım.

Nihayet, Rabb´ım, bana hüküm verdi ve beni, Peygamberlerden yaptı.

Benim başıma kaktığın o nimet; İsrail oğullarını, kendine kul (köle) edindiğin içindi. [180]

Ben, daha doğmadan, sen, beni büyütmeden önce, sen, İsrail oğullarının ço­cuklarını ellerinden çekip alıyor, onlardan, istediğini, bırakıp kendine köle yapı­yor, istediğini de, öldürüyordun!

İşte, benim, senin sarayına ulastırılısım ve sana ilistirilisim, bu yüzden olmuştu!" dedi. [181]

Firavun:

"Âlemlerin Rabb´i (dediğin) de, nedir?" dedi.

(Mûsâ):

"Göklerin, yer´in ve bunların arasında bulunan her şeyin Rabb´idir!

Eğer hakîkatı, yakînen bilmeğe ehliyetli kimse/erseniz (Onun varlığına ve birliği­ne inanırsınız) dedi.

Firavun, çevresinde bulunan kimselere: "İşitmiyormusunuz?!" dedi. [182]

(Firavun, bunu, Mûsâ Aleyhisselâmın söylediğini, red ve inkâr maksadı ile söy­lemiş ve çevresindekilere "Sizin, benden başka ilâhınız var mı? Yoktur! demek istemişti. [183]

Mûsâ Aleyhisselâm, sözlerine devamla): "O, sizin de, sizden önceki Atalarınızın da, Rabb´idir!" dedi. Firavun:

"Her halde, size gönderilen (bu) Peygamberiniz (!), muhakkak, delidir!" dedi. [184]

"Bu söz[185], doğru değildir.

Sağlam akıllı adam sözü değildir. [186] Sizin, benden başka ilâhınız yoktur de­mek istedi. [187]

(Mûsâ Aleyhisselâm, sözlerine devamla):

"(O), doğu ile batının ve ikisi arasında bulunan her şeylerin de, Rabb´idir, eğer, aklınızı, kullanırsanız (anlarsınız)" dedi.

(Firavun):

"And olsun ki: eğer, benden başka bir ilâh edinirsen[188], benden başkasına ta­par ve bana, tapmayı, terk edersen[189]´, seni, muhakkak ve muhakkak, zindana girenlerden ederim!" dedi.

(Mûsâ):

Ya sana, apaçık[190], benim doğru söylediğimi, anlatacak, seni, yalanlayacak; beni, haklı; seni, haksız ve bâtıl çıkaracak[191]bir şey getirdimse de mi (zindana atacaksın)?" dedi.

Firavun:

"Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu?" dedi.[192]

Mûsâ Aleyhisselâmın Asasının Ejderha Oluşu:

Bunun üzerine, (Mûsâ), Asasını, yere bırakıverdi.

Bir de (ne görsünler!) O, apaçık bir Ejderhâ! [193] ki, iri gövdesiyle, Firavunun önünü ve iki yanını doldurmuş, ağzını, açmış[194]´, alt çenesini, yere, üst çenesi­ni köşkün üzerine koymuş!

Yutmak için, Firavun´a yönelince´[195], Firavun´un yanındaki adamlar, korkup Firavun´un başından dağılıverdiler. [196]

Firavun da, kendisini, tahttan, yere atıp Ejderhâ yılanı tutması için, Mûsâ Aley-hisselâma, Rabb´i adına[197] ve süt emzirme hakkına[198] and verdi. [199]

"Artık, ben, sana imân edecek, İsrail oğullarını da, seninle birlikte gönderece­ğim!" dedi.

Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, onu, tutup eski, Asa haline çevirdi. [200] Firavun, bundan önce, hiç işemezken, korkusundan, işedi! [201]

Mûsâ Aleyhisselâm, Firavun´a, ikinci bir Mucize olmak üzere, elini de, (koy­nundan) çekip çıkardı.

Bir de (ne görsünler!) bu, temâşâ edenler için, bembeyaz (ve Nûr saçan bir el) [202]

Elin parlaklığından, Firavunun gözleri kamaştı.

Mûsâ Aleyhisselâm, elini, koynuna sokup çıkardığı zaman, eski normal rengi­ni aldı.

Bunun üzerine, Firavun, Mûsâ Aleyhisselâmı, doğrulamağa meyletti ise de, Fi-ravun´un Vezîr´i Hâmân, hemen onun yanına varıp önüne oturdu ve:

"Sen, şu sırada, kendisine tapılan bir İlâh´sın!

Sen, ona, tâbi olunca, bir kul olacaksın demek!?" dedi.

Firavun, Mûsâ Aleyhisselâma:

"Bana, bugün, yarına kadar mühlet ver!" dedi.

Yüce Allah: Mûsâ Aleyhisselâma, ona, şöyle söylemesini, Vahy etti:

"Ey Firavun! Sana, hiç ihtiyarlamamak üzere, gençliğin,

Hiç elinden alınmamak üzre, Devlet´in verilecek olsa,

Evlenmelerden, yeyip içmelerden, hayvanlara binip gezmelerden zevk alma gücün sana iade edilecek olsa,

Öldüğünde de, Cennet´e girdirilecek olsan... bana, iman eder misin?" dedi.

Bu sözler, Firavun´un kalbini, biraz gevşetti, yumuşattı:

"Senin gibi, Hâmân da, yanıma bir gelsin bakayım!" dedi. [203]

Ertesi günü, Hâmân gelip Firavunun yanına girdi. [204]

Firavun, ona:

"Şu Zat, yanıma geldi!" dedi.

Firavun, daha önce, Mûsâ Aleyhisselâma, ancak, Sihirbaz derdi.

Bugün ise, Sihirbaz demeyip (Mûsâ) dedi.

Hâmân:

"O, sana, ne söyledi?" diye sordu.

Firavun:

"Bana, şöyle şöyle söyledi" diyerek Mûsâ Aleyhisselâmın söylediklerini nakletti.

Hâmân:

"Onu, reddetmedin mi?" dedi.

Firavun:

"Hele Hâmân gelsin de, ona, bir danışayım bakayım! dedim." dediği zaman, Hâmân, Firavun´a:

"Sanırım ki: sonradan, tapan bir kul olmandan, kendisine tapılan bir Rab ol­man, senin hakkında daha hayırlı idi! [205]

Ben, sana, gençliğini, geri çevireyim!" dedi.

Veşm (iğne) getirtip Firavunun yüzünü, onunla döğdürerek kan çıkan yerine çivid sürdürdü. Yeşile çalar siyah bir ten meydana geldi.

Bu işi, ilk yapan, o, oldu.

Mûsâ Aleyhisselâm, Firavunun yanına girip onda bu hali görünce, şaşırdı.

Yüce Allah, Mûsâ Aleyhisselâma:

"Gördüğün şey, seni, şaşırtmasın!

O, çok sürmez, ilk haline döner!" diye Vahy etti. [206]

Firavun, ne iman etti, ne de, İsrail oğullarının, Mûsâ Aleyhisselâm ile birlikte Mısırdan çıkıp gitmesine izin verdi. [207]

Tufan Belâsı:

Bundan sonra ve Mûsâ Aleyhisselâmın Sihirbazlarla karşılaşmasından önce, Yüce Allah, Mısırın Kıbtî halkına Tufan (Sağnak halinde sürekli yağmurlar) gönderdi. [208]

Onlara âid her şeyi, sular bastı. [209] Tufan, yedi gün sürdü.

Kıbtî evlerine, o kadar sel suları doldu ki, evler, oturulamaz, oturanı da, boğar hâle geldi.

Arazilerini, seller bastı. Hiç bir şey ekemez, yapamaz oldular.´[210]

"Ey Mûsâ! Bizim için, Rabb´ine dua et: şu felâketi, üzerimizden kaldırsın.

Biz, sana, iman edeceğiz. İsrail oğullarını da, seninle birlikte göndereceğiz!" dediler. [211]

Mûsâ Aleyhisselâm, Yüce Allâha dua etti. [212] Yüce Allah, onlardan, Tûfân´ı, kaldırdı. [213] Ekinleri, büyüdü. [214]

Yüce Allah; onlara, daha önce bitmeyen ot, ekin ve meyvalarını bitirdi. Yurdla-rını, bol sulu, yeşillikli, bol nimetli hâle getirdi. [215]

Fakat, onlar:

"Yağmursuz oluşumuz, pek hoşumuza gitmedi. [216]

Biz, böyle olmamızı, istememiştik.

O, olan yağışlar, bizim için bir nimetten başka bir şey değildi!" dediler. [217]

Onlar; ne iman ettiler, ne de, İsrail oğullarını, Mûsâ Aleyhisselâmla birlikte saldılar.

Üzerinde bulunageldikleri kötü hale döndüler.[218]

Çekirge Belâsı:

Yüce Allah; bir ay sonra[219], onlara, çekirge gönderdi.

Bu çekirgeler; onların bütün ekinliklerini[220], meyvalarını, ağaçlarının yaprak­larını ve çiçeklerini[221]yiyip bitirdi. [222]

Hattâ, kapıları, elbiseleri, ev eşyalarını, evlerin tavanlarındaki ağaçları, demir çivileri yemeye kalktılar!

Tavanlar, çökmeğe başladı! [223]

Kıbtîler, İsrail oğullarının evlerinde böyle bir şeyi göremeyince, şaşırdılar. [224]

Çekirge belâsını kaldırması için Rabb´ına dua etmesini Mûsâ Aleyhisselâm-dan istediler ve iman edeceklerini söylediler.

Mûsâ Aleyhisselâm, dua edince, Yüce Allah, çekirge belâsını kaldırdı. Onların ekinlerinden, çekirgelerin yemediği bir artık kalmıştı. Onlar:

"Biz, iman etmeyeceğiz. Ekinlerimizden, çekirgelerin yemedikleri artık, bize yeter!" dediler.[225]

Kummel Belâsı:

Bunun üzerine, Yüce Allah; onlara Kummel = Küçük, kanadsız çekirgeyi, ekin bitini, karıncayı musallat etti.

Bunlar, yerdeki bütün bitki artıklarını da, yaladı, tüketti.

Küçük karıncalar da, adamların elbiseleriyle vücudları arasına girip vücudları-nı ısırırlar, yedikleri yemeklerin içine dolarlardı!

Nihayet, evlerinin üzerinde kireç harcıyla tuğladan, kaypak, üzerlerine çıkıla­mayacak sütunlar yapıp yemeklerini, onun üzerine koydular.

Yemeklerini yemek için, oraya çıktıkları zaman, ellerinden kurtulduklarını san­dıkları hayvanları, orada da, yemeklerin içine dolmuş buldular! Kendilerine, bu belâdan daha ağır gelen bir belâ olmadı.

İşte, bu, Yüce Allah´ın, Kur´ân-ı Kerim´de Ricz diye andığı belâ idi. [226]

Mısırlılar; üzerlerinden bu belânın kaldırılması için, Rabb´ına dua etmesini, Mûsâ Aleyhisselâm´dan istediler ve iman edeceklerini söylediler.

Üzerlerinden, bu belâ da, kaldırıldığı zaman, sözlerinde durmadılar, iman et­meye yanaşmadılar. [227]

Eski kötü hallerine döndüler:

"Biz, ne diye ona, iman edeceğiz? İsrail oğullarını, kendisiyle birlikte salacağız?

O, bütün ekinlerimizi, yok etti. Mallarımızı, giderdi.

Bize, bu yaptıklarından daha çok, daha ağır ne yapacak?

Firavunun izzetine and olsun ki: biz, hiç bir zaman, ne onu, tasdik ederiz, ne de, kendisine tabi´ oluruz!" dediler.[228]

Kurbağa Belâsı:

Bir müddet sonra, Yüce Allah; Mûsâ Aleyhisselâma, Nîl´in dar yeri üzerinde durup Asasının ucunu, Nîl´in içine batırmasını, Nîl´in yakınına, uzağına, aşağısı­na, yukarısına, onunla işaret etmesini Vahy ve emretti.

Mûsâ Aleyhisselâm, böyle yapınca, her taraftan bütün kurbağalar, birbirlerine bildirdiler.

Yakında olan, uzakta bulunana, seslendi.

Vakvaklayarak gecenin karanlığında sudan çıkıp acele şehrin kapısına doğru gittiler.

Kıbtîlerin evlerine girdiler. Çuvallarının, kapkacaklarının, binalarının içine doldular.

Kıbtîlerin, elbisesini veya kabını veya yiyeceğini veya içeceğini açıp ta, içinde kurbağalar bulmayan bir kimse yoktu!

Onların yemek tencerelerini, kurbağalar dolduruyor, yaktıkları, ocaklarını, kur­bağalar, söndürüyor, yemeklerini, bozuyor, yenilmez hale getiriyordu!

Sokaklar, kurbağa ölüleriyle doldu! Kokudan, geçilmez oldu! Kıbtîler, tekrar Mûsâ Aleyhisselâma gidip ağlayarak derd yandılar,

"Dua edip bu belâyı, üzerimizden kaldır. Bu defa, tevbe edeceğiz ve tevbe-mizden dönmeyeceğiz!" dediler.

Kurbağa belâsı kalkınca da, yine, sözlerinde durmadılar, eski hallerine döndüler. [229]

Kan Belâsı:

Bunun üzerine, Mûsâ Aleyhisselâm, dua etti. Yüce Allâh´da, onlara kan belasını gönderdi.

Aynı sudan; İsrail oğulları ve Kıbtîler gelip su alır, İsrail oğullarının aldığı, su; Kıbtîlerin aldığı ise, kan olurdu!

Bu hal .Kıbtîlere çok ağır geldiği için, Mûsâ Aleyhisselâmdan, bu belânın kal­dırılması için, dua etmesini istediler ve iman edeceklerini söylediler.

Belâ kaldırıldığı halde, onlar, yine de, iman etmeğe yanaşmadılar. [230]

Küfür Ve Azgınlığın Şahlanışı:

Mûsâ ve Harun Aleyhisselâmlar, bunca, mucizelerle gönderildikleri halde, Fi­ravun ve ileri gelenleri, iman etmeyi bir türlü kibirlerine yediremediler de:

"Kavimleri, bize kulluk, kölelik edip dururlarken, biz, bizim gibi iki beşere iman mı edecekmişiz?!" dediler. [231]

Firavun da, kavminin içinde bağırdı:

"Ey kavmim! Mısır Padişahlığı ve altımdan (Saraylarımın altından) akan şu ır­maklar, benim değil mi?

Hâlâ, gözünüzü açmayacak mısınız?

Yoksa, ben, ondan (Musa´dan) hayırlı değil miyim?

O ki, hakirdir (meramını) bile hemen hemen açıklayamıyor. Öyle ya onun üzerine (gökten) altun bilezikler atılmalı yahud beraberinde birbiri ardınca (kendisini tasdik edici) melekler gelmeli değilmiydi. [232]

"O, ya bir Sihirbazdır, yâhud bir delidir" dedi. [233]

Mal Ve Servetin Yok Olma Belâsı:

Mûsâ Aleyhisselâm; Firavunla kavminin imana gelmelerinden, ümidini kesince[234], mal ve servetlerinin yok olması için, dua etti.

Hârûn Aleyhisselâm da, Âmîn! dedi. [235]

Mûsâ Aleyhisselâm, duasında:

"Ey Rabbimiz! Hakîkaten, Sen, Firavun´a ve ileri gelenlerine, dünya hayatın­da zînet (ve haşmet) ve nice mallar verdin, Senin yolundan saptırsınlar diye mi ey Rabb´imiz!

Sen, onların mallarını yok et Rabb´imiz!

Onların kalblerini şiddetle sık ki, artık, onlar, o çetin azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir!" dedi.

(Allah):

"İkinizin de, duası, kabul olunmuştur.

O halde, yine, istikamette (doğru hareketinizde) devam ediniz!

Sakın, bilmezlerin yoluna uymayınız!" buyurdu. [236]

Yüce Allah; onların mallarını, Dirhem ve Dinarlarını, taşa çevirdi! [237]

Abdulaziz b. Mervan´ın, Mısırda ele geçirdiği, Firavun Hanedanına âid mal ka­lıntılarından bir çanta içinde bulunan: soyulmuş iki yarım yumurta ve soyulmuş bir ceviz çeni ile nohud ve mercimeğin taş kesildikleri görülmüştür! [238]

Mısırlıların imansızlıkları, kötü tutum ve davranışları yüzünden uğradıkları azab-lar, Kur´ân-ı Kerim´de şöyle açıklanır:

"And olsun ki: biz, Firavun Hanedanını, düşünüp ibret alsınlar diye, yıllarca, ku­raklıkla, mahsullerin kıtlığı ile tutup sıktık.

Fakat, onlara, iyilik gelince: Bu, bizim hakkımızdır! dediler.

Kendilerine, bir fenalık da, gelirse, Mûsâ ile onun beraberindekilere, uğursuzluk yüklerlerdi.

Gözünüzü açınız, iyi biliniz ki: onların uğursuzluğu, ancak, Allah tarafındandır.

Fakat, çokları, bilmezler.

Onları;

"Bizi, büyülemek için, her ne mucize getirsen, biz, sana iman ediciler değiliz!" dediler.

Bunun üzerine, biz de, ayrı ayrı Mucizeler olmak üzere, başlarına Tufan, Çekir­ge, Haşerat, Kurbağalar ve Kan gönderdik.

(Böyle iken) yine (iman etmeyi) kibirlerine yediremediler. Onlar, öyle günahkârlar güruhu idiler. Üzerlerine o azab çökünce:

"Ey Mûsâ! Bizim için, Rabb´ine -Sana olan Va´d´i hürmetine- dua et!

Eğer, bu azabı, bizden ayırıp sıyırırsan, and olsun ki: sana, kesin olarak iman edeceğiz,

Ve and olsun ki: İsrail oğu
Top