TarihSayfası tarihsayfasi.com



Kuşatma

Kureyş ordusunun Akik ovasına yaklaştığı haberi ulaş­tığında hendek bitmek üzereydi; hendeğin yapımı toplam altı gün sürmüştü. Kureyş ordusu şehrin güney batısından yaklaşıyor, Gatafan ve diğer Necd kabileleri doğudan Uhud´a doğru ilerliyorlardı. Vahanın dış bölümlerindeki bütün evler boşaltılmış ve bu evlerin sakinleri barınaklara yerleştirilmişti. Peygamber (s.a.v.) kadınların ve çocukla­rın, kalelerin yüksek odalarından birine yerleştirilmesini emretti. Daha sonra kendisi de adamlarıyla birlikte -yak­laşık üç bin kişi- seçtikleri yerde kamp kurdu. Kırmızı de­riden yapılmış olan çadırı Sel´ dağının eteklerine kurul­muştu. Aişe (r.), Ümmü Seleme (r.) ve Zeyneb (r.) sıray­la onunla birlikte olmak için çadıra geliyorlardı,

Mekke ordusu ve müttefikleri Uhud yakınında ayrı ay­rı kamp kurdular. Kureyşliler, ekinlerin hasat edilmiş ol­duğunu görünce hayal kırıklığına uğradılar. Develeri Akik ovasının akasya yapraklanyla yetinmek zorundaydı. O sı­rada Gatafan´ın develeri de ovanın Uhud yakınındaki ça­lılıklarda yetişen temarikslerîe karınlarını doyuruyorlardı. Fakat İki ordu da getirdikleri yem dışında atlarına yedi­recek bir şey bulamıyorlardı. Bu nedenle mümkün olduğu kadar çabuk düşmanı yenmeliydiler. Bu amaçla iki ordu birleşti ve şehre doğru ilerlemeye başladı. Ebu Süfyan ge­nel başkandı. Fakat her kabile lideri sırayla savaş sırasın­da orduyu yönetme görevini yüklenecekti. Halici ve îkrime yine «süvarilere kumanda ediyorlardı ve Amr, Halid´in bölüğünde idi. Yaklaştıklarında düşmanın şehrin dışında kamp kurmuş olduğunu görünce cesaretleri daha da art­tı. Düşmanın kalelerde mevzilenmesinden korkuyorlardı; fakat açıklıkta sayıca onlardan fazla oldukları için onları kolayca yenebilirlerdi. Fakat biraz daha yaklaştıklarında, karşı tarafa sıralanmış okçularla aralarında geniş ve de­rin bir hendeğin olduğunu görünce çok şaşırdılar. Atları oraya zorlukla ulaşabilirdi; oraya ulaştıktan sonra da on­ları daha zor olan karşıya geçme problemi bekleyecekti. Şimdiden, başlayan ok yağmuru düşmanın saldın alanına girdiklerini gösteriyordu. Bu nedenle biraz geri çekildiler.

Günün geri kalan kısmı istişare ile geçti. Sonunda düş­manın büyük bir bölümü, başka yerleri savunmak zorun­da bırakarak şehrin kuzeyinden uzaklaştırmaya karar ver­diler. Eğer hendeğin etrafında düşman askeri bulunmazsa karşıya geçmek zor olmayacaktı. Akıllarına, Medine´ye gü-ney-doğudan yapılacak olan saldırılan kale şeklindeki ev­leriyle koruyan Beni Kurayza yahudileri geldi. Beni Na-dir´den Huyay, orduya katılmak üzere Hayber´den gel­mişti Ebu Süfyan´a, Beni Kurayza yahudilerini Muhanv med (s.a.v.)´le yaptıklan anlaşmayı bozmaya ikna edebi­leceğini söyleyerek onlara, elçi olarak gitmek istediğini be­lirtti. Onlar, yardıma ikna edilebilirse şehir iki taraftan saldırıya maruz kalacaktı. Ebu Süfyan onun Önerisini ka­bul etti ve vakit kaybetmeden yola çıkmasını söyledi.

Beni Kurayzahlar, Huyay´dan korkarlardı. Onu uğur­suz ve kendi kabilesini felakete sürükleyen kötü bir adam olarak görürlerdi. İzin verirlerse Beni Kurayza´ya da ken­di kabilesine yaptığını yapacaktı. Ondan korkmalannm asıl sebebi de karşı kovulmaz bir ruh gücünün olmasıydı. Hu­yay, eğer birşeyi isterse tüm karşı koyanlan bastırır ve amacına ulaşıncaya dek ne kendisine, ne de karşısındaki­lere rahat vermezdi. Şimdi Beni Kurayza´nın şefi Ka´b îbn Efted´e -Peygamber (s.a.v.)´le anlaşma yapan lider- gitmiş ve kim olduğunu söyleyip kapısıut çalıyordu. Ka´b, ilk ön­ce kapıyı açmayı reddetti. «Bırak da içeri gireyim!» dedi

Huyay. Onun ne istediğini çok iyi bilen Ka´b: «Sen bırak! Ben Muhammed´le bir anlaşma yaptım ve onu bozmaya­cağım» dedi. Huyay: «İçeri gireyim de konuşalım» dedi. «Hayır» dedi Ka´b. Fakat Huyay onu, yemeğini kendisi ile paylaşmak istemediği için kendisini içeri almamakla suç­ladı Bu Ka´b´ı o kadar sinirlendirdi ki kapıyı açtı. Huyay şöyle dedi: «Ey Ka´b, sana her zaman sürecek olan bir za­fer ve köpüren deniz gibi bir güç getirdim. Sana liderle­riyle birlikte Kureyş, Kinane ve Gatafan´ı, bin kişisi atlı ve on bin kişilik bir ordu getirdim. Onlar bana, Muham-med Cs.a.v.) ve taraftarlarının kökünü kazıyıncaya kadar rahat etmeyeceklerine dair ant verdiler. Bu defa Muham-med Cs.a.v.) kaçamayacak». Ka´b: «Tanrıya andolsun ki, sen bana her zaman utanç getirdin, içinde şimşek ve gök gürültüsünden başka birşey olmayan yağmursuz bir bu­lut. Yazıklar olsun sana ey Huyay. Beni olduğum gibi bı­rak.» dedi. Huyay ondaki bu yumuşamayı farketti ve gü­zel konuşmasıyla eğer yeni din ortadan kalkarsa ne ka­dar avantajları olacağını anlatmaya başladı. Sonunda Al­lah adına şöyle bir yemin etti: «Eğer Kureyş ve Gatafan Muhammed (s.a.v.)´i öldürmeden yurtlarına dönerlerse, ben de seninle birlikte kalende oturup, kaderimi bekleye­ceğim.» Bu Ka´b´ı, İslam´ın yaşamasının mümkün olmaya­cağı konusunda ikna etti. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)´-le halkı arasında yapılan anlaşmayı bozacağını söyledi. Huyay, anlaşma metnini görmek istedi; okuduktan sonra metnin yazılı olduğu kâğıdı ikiye yırttı. Ka´b da kabile-sindekilere neler olduğunu haber vermeye gitti. Onlar. «Eğer sen Öldürülürsen, Huyay´m da seninle birlikte öldü­rülmesinin ne gibi bir avantajı olabilir» dediler. İlk anda kararma karşı çıkan çok oldu. Suriye´den Peygamber (s.a.vJ´in gelişini karşılamak üzere gelen yaşlı yahudi İbn el-Heyyeban, Beni Kurayza´hlann arasındaydı. O Peygam­ber s.a.v.)´İ tarif etmiş ve gelmesinin yakın olduğunu ha­ber vermişti. Çok azının yahudi olmayan bir Peygamber (s.a.v.) ´e ilgi duymaya yatkın olmasına rağmen, çoğu Mu­hammed (s.a.vJ´in tarif edilen kişi olduğunu hissediyordu. Yine aralarında, yahudi olsun olmasın bir Peygamber (s.a.v.)´e karşı çıkmanın ne kadar önemli olduğunu kav­rayabilecek yeteneğe sahip olmayan çok az kişi vardı. Ço­ğunluğa gelince, onlar politik bir anlaşmayı bozmaya kar­şıydılar. Fakat birkaç münafığın, Huyay´ın söylediklerini doğrulayan haberler getirmesinden ve kendilerinden bir­kaç kişinin de gidip Kureyş ordusunu kendi gözleriyle gör­mesinden sonra genel görüş Kureyş ve müttefikleri tara­fına doğru kaymaya başladı. Gerçekten de hendeğin öte­sindeki ovanın göz alabildiğine atlar ve adamlarla dolu olduğunu görmek insanı ürkütüyordu.

O sırada Halid ve îkrime geçilip geçilemeyeceğini an­lamak, üzere belirli bir uzaklıktan hendeği inceliyorlardı. Ümitsizlik içinde: «Nasıl bir tuzak bu!» dediler. «Araplar hiçbir zaman böyle bir yol denememişlerdir. Aralarında mutlaka bir îran´li var». Ümitlerinin aksine hendek çok iyi kazılmıştı. Sadece diğerlerine göre biraz dar olan küçük bir alan kalmıştı. Orası da sıkı bir şekilde korunuyordu. Orayı geçmek İçin giriştikleri bir iki çaba başarısızlıkla sonuç­landı. Atları hiç hendek görmemişti, bu nedenle hendeğe yaklaşınca, ürküyorlardı. Belki onlan ahştırabilirierdi, fa-kat şimdilik savaş sadece karşılıklı ok atışları şeklinde de­vam ediyordu.

Beni Kurayza´nın anlaşmayı bozması haberi gizli kal­madı. Münafıklardan çoğu hangi tarafı tutaç akların a ka­rar veremedikleri için iki tarafın sırlarını birbirlerine açık lıyorlardı. Ömer (r.) Ashabtan yahudilerin ihanetini ha­ber alan ilk kişi oldu. Bunu duyar duymaz hemen Ebu Be­kir (r,)le birlikte çadırında oturan Peygamber (s.a.v.)´in ya­nma gitti «Ey Allah´ın Rasulü» dedi, -Beni Kurayza´nın bi­zimle olan anlaşmasını bozduğunu ve bize karşı savaş açtı­ğını duydum». Peygamber Cs.a.v.)´in üzgün olduğu farkedili-yordu. Zübeyr´i meselenin aslını öğrenmek üzere gönder­di Daha sonra Ensar´m kendilerini dışlanmış hissetmeme­si için Zvb ve Hazreçli iki Sa´d´ı, Useyd´le birlikte çağırdı. Onlara haberleri verdikten sonra şöyle dedi; «Gidin ve işin aslını öğrenin. Eğer duyduklarımız yanlışsa bunu açıkça söyleyin. Eğer doğru ise bunu bana imalı bir şekilde söyleyin ki anlayabileyim». Onlar Zübeyr´den hemen son­ra Kurayza kalelerine ulaştılar ve g, "ekten de yahudile.. rin anlaşmayı bozmuş olduğunu gördüler. Yahudileri çok geç olmadan hatalarını tamire ve anlaşmaya bağlılığa ça­ğırdılar. Fakat onların cevabı şu oldu: «Allah´ın Rasulü de kim? Muhammed´le aramızda ne bir antlaşma ne de bir karar birliği var». Üzüntü içinde onlara Beni Nadir ve Be­ni Kaynuka yahudilerinin başına gelenleri hatırlattılar. Ka´b ve diğerleri o anda, onları dinleyemeyecek denli Ku-reyş in zaferinden emindiler. Elçiler konuşmalarının boşu­na olduğunu anlayınca Peygamber (s.a.v.)´in yanına dön­düler. Ona: «Adal ve Kare» dediler. Bunlar Hubeyb ve ar­kadaşlarını HudayFa teslim eden iki kabilenin isimleri idi. Peygamber (s.a.v.) onların ne demek istediğini anladı ve = «Allahu Ekber, ey müslümanlar, cesur olun» dedi.

Artık hendeğin yanındaki mevzilerden askerlerin bir kısmını çekip şehrin içinde bir mevzi kurmak gerekiyordu. Daha sonra Huyay´ın, Kureyş ve Gatafan´ı biner kişilik bi­rer ordu kurup bir gece vakti şehrin kuzeyindeki Kuray­za kalelerine saldırmaya, oradan da şehrin içerlerine ge­çip, müslümanların kadın ve çocuklarını kaçırmaya teşvik ettiği haberi geldi. Çeşitli sebepler yüzünden kararlaştırı­lan gece hep tehir edildi ve proje hiçbir zaman uygulana­madı. Fakat Peygamber (s.a.v.), bunu haber alır almaz Zeyci´i yüz kişilik atlı bir grupla şehrin sokaklarında dolaşmak ve gece boyunca sesli tekbir getirmekle görevlen­dirdi. Böylece düşman şehirde büyük bir ordunun olduğu­nu zannedecekti.

Hendeğin kenarında kurulan kampta atlara ihtiyaç yoktu, fakat çok sayıda adama ihtiyaç vardı. Yüz kişinin eksilmesiyle, hendekte kalanların herbiri artık daha uzun saatler gözcülük ediyordu. Günler geçiyor ve akınlar da­ha da sıklaşıyordu. Halid ve îkrime süvari birlikleriyle hen­dekte beliren bir anlık yorgunluk ve ihmalden dahi yarar­lanmak istiyorlardı. Fakat sadece bir kez hendeği aşma­yı başarabildiler. İkrime, birden bire hendeğin en dar kismuıdaki korumanın zayıfladığım gördü ve üç kişi ile bir­likte atını karşı tarafa sürdü. Fakat dördüncü adam hen­deği atlar atlamaz Ali tr.) ve adamları hendeğin dar olan bölgesini korumaya geldiler ve hendek bir kez daha acıla­maz hale geldi. Böylece dört Kureyşli´nin de yolu kesilmiş oldu. İçlerinden biri, Amr, teke tek karşılaşma yapmak İs­tediğini bağırarak belirtti Ona karşı Ali (r.) çıktığında. onu kabul etmedi ve: «Senin gibi birini öldürmekten hoş­lanmam. Senin baban yakın bir arkadaşımdı. Geri dön, sen daha çocuksun» ûedi. Fakat Ali (r.) ısrar etti. Amr bine­ğinden indi ve iki adam birbirlerine yaklaştılar. Etrafları­nı bir toz bulutu kapladı. Karşılaşmanın ne şekilde geliş­tiğini diğerleri göremiyordu. Bir müddet sonra Ali (r.)´nin tekbir getiren sesini duydular ve Amr´ın ya öldüğünü ya da ölmek üzere olduğunu anladılar. O sırada îkrime ve ar­kadaşları bir anlık dalgınlıktan yararlanıp hendeği geç­mek için atlarını sürdüler. Fakat Mahzum´lu Nevfel hen­deği atlayamadı ve atıyla birlikte hendeğe yuvarlandı. Etraftakiler onu taşlamaya koyuldular. Fakat O: «Ey Arap­lar, ölüm bundan daha İyi» diye bağırdı. Bunun üzerine yanma indiler ve onu Öldürdüler.

Her ne kadar başansız da olsa hendeğin aşılması, bu­nun mümkün olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine Ku-reyş ordusu ertesi gün henüz güneş yükselmeden hende­ğin çeşitli noktalarına bir dizi saldın düzenledi. Peygam­ber (s.a.v.î, mü´minlere cesaret verdi ve sabrederlerse, uzun süre beklemenin verdiği yorgunluğa rağmen vadedilen za ferin kendilerinin olacağını müjdeledi. Kamp yerinin seçi­mi isabetli olmuştu. Çünkü Sel´ dağının Ötesine doğru uza­nan yüzeyde kendilerine yakın olan kısım, uzak olan kı­sımdan daha yüksekti. Gün boyunca düşman onlara ulaş­mak için tekrar tekrar akın etti, fakat hiçbir şey ele geçi-remediler. Fiili savaş çok sınırlıydı. îki taraftan da zayiat yoktu. Fakat Sa´d îbn Mu´az (bir ok kolundan yara lamış ve derin bir yarık açmıştı. Küreye ve Gatafan ordu­larının da atlarının çoğu yaralanmıştı

Öğle namazı vakti geldi, fakat bir tek asker bile hendeğin, yanından, ayrılmamalıydı. Namaz vakti geçmek üze­re iken Peygamber (s.a.v.)´in yakınmdakiler ona şöyle de­diler : «Ey Allah´ın Rasulü, biz namaz kılmadık». Bu bili­nen bir durumdu, fakat onları çok etkilemişti. Çünkü İs­lam´ın ilk günlerinden beri hiç böyle bir durum ortaya çık­mamıştı. Allah´ın Rasulünün de onlara katılması onları biraz teselli etti. Peygamber (s.a.v.) : «Ben de kılmadım de­mişti, ikindi namazı vakti geldi ve güneşin batmasıyla va­kit geçti. Fakat güneş battıktan sonra bile düşman atakları devam ediyordu. Karanlık tamamen bastırınca artık iki düşman ordusu kamp yerlerine döndüler. Düşman ordu­ları gözden kaybolur Kaybolmaz Peygamber (s.a.v.), Useyd ve bir grup askeri hendeğin kenarında bırakıp hendekten ayrıldı. Hendekte kalan bu grup dışındakilerin başına ge­çip vakti geçmiş olan dört namazı da arka arkaya kıldır­dı. O akşam geç saatlerde Halid, hendeği korunmasız bul­ma umuduyla küçük bir atlı grubuyla tekrar ortaya çıktı. Fakat Useyd ve adamları ok atışlarıyla onları geride tut­mayı başardılar.

Vahiy, o zorlu günleri şöyle nitelendiriyor «Hani onlar, sîze hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gel­mişlerdi; gözler de kaymış, yürekler hançereye gehp dayanmıştı le siz Allah hakında da (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz, işte ora­da, imsn etmekte olanlar, denemeden geçirilmiş re şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı» (Ahzab : 10-11).

Herkes böyle kaç gün daha dayanabileceklerini düşü­nüyordu. Yiyecekleri tükenmeye yüz tutmuş ve geceler de çok soğuk geçmeye başlamıştı. Açlık, soğuk ve uykusuz­luktan imanı zayıf alanlar da münafıklara katılacak hale gelmişlerdi. Münafıklar sürekli olarak, böyle güçlü bir düş­mana sadece bir hendekle karşı koyulamayacağını, şehir duvarları gerisine çekilmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Fa­kat bu zorluklarla gerçek mü´minlerin imanı güçleniyor­du. Onlar, tüm kabileler kendilerine karşı birleştiklerinde şöyle dedikleri için Allah onları Kur´an´da övmüştü

«Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (kor­kuya kapılmadan) dediler ki: Bu Allah´ın ve Rasulunün bize va-detttği şeydir; Allah ve Rasulü doğru söylemiştir.»

Vahiy şunları da ekliyordu :

«Ve (Bu), yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini ar­tırmış oldu.» (Ahzab: 22).

Onlar, Peygamber (s.a.v.)´e bir-iki yıl önce vahyolunan bir âyetin gerçekleştiğini belirterek böyle diyorlardı:

«Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali, başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandtntz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, öyle ki Pey­gamber, beraberindeki mü´minlere: «Allah´ın yardımı ne zaman?» diyordu. Dikkat edin, kuşkusuz Allah´ın yardımı pek yakındır.» (Bakara: 214).

Peygamber fs.a.v.) adamlarının dayanma-gücünün so­nuna geldiğini biliyordu. Fakat O, düşmanın da gün geç tikçe aynı zorlukları yaşayacağının farkındaydı. Bu ne­denle Gatafan kabilelerinden iki kola, eğer savaş alanını terkederlerse Medine´deki hurma hasadının üçte birini on­lara vereceğini bildiren bir haber gönderdi. Onlar: «Hur­maların yarısını ver» diye haber gönderdiler. Fakat Pey­gamber (s.a.v.) üçte bir teklifinden geri dönmedi. Gata-fanlilar da bunu kabul ettiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Osman (r.)´i Gatafan kabileleriyle barış anlaşması imzalamak üzere gönderdi. Daha sonra biri Evs´in, biri Haz-rec´in lideri olan iki Sa´d´i çadırına çağırdı ve onlara plâ­nından bahsetti. Onlar: «Ey Allah´ın Rasulü, bu senin-fik­rin mi yoksa bunu sana Allah mı emretti? Yoksa bu se­nin bizim adımıza yaptığın bir şey mi?» diye sordular. Pey­gamber; «Bunu sizin adınıza yapıyorum. Allah´a andol-sun, eğer Arapların size saldırdığım, her tarafınızı kuşat­tığını ve bununla onların gücünü kırabileceğimi bilmeseydim bunu yapmazdım» dedi. Fakat yaralanan Sa´d tbn Mu-az ona şöyle dedi: «Ey Allah´ın Rasulü, bizler bu adam­larla birlikte Allah´ın yanında başka ilahlara tapıyorduk. Allah´a gerçekten ibadet etmiyor ve onu tanımıyorduk. O zaman bile onlar, misafir oldukları zaman ve satın aldık­ları hariç bir tek hurmamızı yiyemezlerdi. Şimdi ise Allah bize İslam´ı bahşetti, bizi hidayete ulaştırdı. Bizi seninle ve İslam´la güçlendirdi. Böyle olduğu halde onlara malla­rımızı mı verelim? Tanrıya andolsun, Allah bizimle onla­rın arasını buluncaya kadar onlara kılıçtan başka birşey vermeyiz». Peygamber (s.a.v.) ; «Senin dediğin gibi olsun» dedi. Bunun üzerine Sa´d deri parçasını ve kalemi Osman´­dan aldı. Yazılanlara şaşırarak: «Bırakın ne yapacaklarsa yapsınlar!» dedi[1].

Şimdi geçersiz hale gelen bu anlaşma Fezare ve Mür-re kabilelerinin liderleriyle yapılmıştı. Kureyş´in Gatafan´h üçüncü müttefiki ise, Ebu Süfyan ve Süheyl´in müslüman-ları Bedir´deki ikinci karşılaşmadan vazgeçirmesine karşı­lık rüşvet teklif ettikleri Nuaym´ın kabilesi Aşça´ idi. Me­dine´de kaldığı sürece gördükleri onu çok etkilemişti. Şim­di ise karışık duygular içinde bu kez de Mekke´lilerin ya­nında yer almak üzere kabilesi ile birlikte savaş alanına gelmişti. Yeni dinin takipçileıine duyduğu saygı, kendile­rinin üç katı bir orduya bu kadar dayandıklarını gördü­ğünde daha da arttı. Bir müddet sonra kendisinin: «Allah İslam´ı kalbime düşürdü» diye nitelediği zaman geldi. O gece -iki Gatafan kabilesiyle Peygamber´in yaptığı anlaş­manın feshedildiği gece- şehre gîtti. Oradan da ordunun kamp kurduğu yere gitti ve Peygamber (s.a.v.)´i görmek istediğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) : «Seni buraya geti­ren ne, ey Nuaym?» diye sordu. O: «Buraya, senin sözüne inandığımı açıklamaya ve gerçeği getirdiğine şehadet et­meye geldim. Ey Allah´ın Rasulü, bana ne emredersen emret. Senin emrettiklerinin hepsini yapmaya hazırım. Halkım ve diğerleri benim müslüman olduğumu bilmiyorlar» dedi. Peygamber s.a.v.) : «Tüm gücünle onlan birbi­rine düşürmeye çalış» dedi. Nuaym yalan söylemek için izin istedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,) : «Onları biz­den uzaklaştırmak için ne söylersen söyle. Çünkü savaş hiledir[2] dedi.

Nuaym tekrar şehre döndü ve Beni Kurayza yerleşim bölgesine gitti. Yahudiler onu eski bir arkadaş olarak mi­safir ettiler, onun için yemek ve içki hazırladılar. O: «Ben bunun için gelmedim» dedi «Sizin güvenliğinizden duydu­ğum korkuyu ve buna karşı alınması gereken tedbirler ko­nusunda tavsiyemi haber vermek üzere geldim». Daha sonra, Gatafan ve Kureyş´in eğer müslümanlan yok ede­cek bir zafer kazanamazlarsa yahudileri Muhammed (s.a.v)´in insafına bırakıp kaçacaklarım anlatmaya koyul­du. Bu nedenle yahudiler de, Kureyşliler önemli adamla­rından birkaçını, onları bırakıp kaçmayacaklarına dair re­hin verinceye kadar Kureyş için bir ok bile atmamalıydılar. Onun temas ettiği konularda aynı korkuları besleyen yahudiler tavsiyesini hemen kabul ettiler. Bunun üzerine onun söylediklerini aynen yapmaya karar verdiler. Ne Kureyşlilere, ne de Gatafanhlara bu fikrin Nuaym´dan çıktı­ğını haber vermemeye de söz verdiler.

Daha sonra Nuaym, bir zamanlar arkadaşı olan Ebu Süfyan´a gitti. Ona ve yanındaki diğer Kureyş liderlerine, eğer haber aldıkları kişinin kim olduğunu söylememeye yemin ederlerse onlara verilecek önemli bir haberi oldu­ğunu söyledi. Oradakiler yemin edince şöyle dedi «Yahu­diler, Muhammed (s.av.)´le yaptıkları anlaşmaya tekrar döndüler ve ona şöyle haber gönderdiler: «Yaptığımıza piş­man olduk. Eğer Kureyş ve Gatafan liderlerinden bir kıs mmı rehin alıp öldürmek üzere sana versek, bu seni mem­nun eder mi? Sonra da geri kalanlara karşı senin yanın­da savaşırız? «Muhammed Cs.a.v.) de buna razı oldu. Eğer yahudiler sizden adamlarınızdan bir kısmını rehin ister lerse, vermeyin». Nuaym daha sonra kendi kabilesine ve diğer Gatafan kabilelerine gidip Kureyşlilere söyledikleri­nin aynısını tekrarladı.

İstişare ettikten sonra iki ordunun liderleri şimdilik Huyay´a birşey söylememeye ve Nuaym´m söylediğinin doğ­ru olup olmadığını denemeye karar verdiler. îkrime´yi bir mesajla Beni Kurayza´ya gönderdiler. Mesaj şuydu: «Artık Muhammed´i tamamen ortadan kaldırmak üzere yarın sa­vaşmaya hazır olun». Onlar şu cevabı verdiler: «Yarın Cu­martesi, siz ileri gelenlerinizden birkaç kişiyi bize rehin olarak vermedikçe, Muhammed´e karşı hiçbir şekilde sa­vaşmayız. Çünkü biz, eğer savaş kötü giderse sizin bizi burada yalnız bırakıp memleketinize kaçacağınızdan kor­kuyoruz. Ona tek başımıza karşı koyamayız». Bu mesaj Kureyş ve Gatafan kabilelerine ulaştığında: «Tanrıya andolsun Nuaym´ın söyledikleri doğru» dediler. Beni Kurayza´lılara bir tek adam bile vermeyeceklerini ve ertesi gün savaşmaları gerektiğini bildiren bir haber gönderdiler. Be­ni Kurayza´lıların cevabı ise, rehineler kendilerine teslim edilmedikçe bir tek ok bile atmayacaklarını bildirmek ol­du.

O zaman Ebu Süfyan, Huyay´a gitti ve : «Bize vadetti-ğin yardım nerede? Onlar bizi aldattılar, şimdi de bizi ele vermeye çalışıyorlar» -dedi. Huyay i «Tevrat´a andolsun ki, hayır» dedi. «Bugün cumartesi, biz cumartesi yasağına kar­şı gelmeyiz. Fakat onlar pazar günü, Muhammed ve ar­kadaşlarına karşı ateş gibi saldırırlar». İşte o zaman Ebu Süfyan, yahudilerin rehinelerle ilgili fikrini Huyay´a söy­ledi. Huyay´ın yüzündeki ifade birden bire değişmişti. Bu­nun, onun suçluluğuna delalet ettiğini anlayan Ebu Süf­yan: «Lâfa andolsun ki, bu senin ihanetinden başka bir şey değil, senin ve onların. Çünkü ben seni de halkının ihanetine katılmış sayıyorum.» dedi. «Hayır» diye karşı çıktı Huyay, «Sina dağında Musa´ya indirilen Tevrat´a an­dolsun ki, ben hain değilim». Fakat Ebu Süfyan ikna ol­mamıştı. Hayatını kaybetmekten korkan Huyay, kampı terketti ve Kurayza´lıların yerleşim bölgesine gitti.

Kureyşliler ve Necd kabilesinin ilişkilerine gelince, Nuaym´ın bir şey yapmasına gerek kalmamıştı. Yaklaşık olarak İki hafta geçmiş ve hiçbir şey elde edilememişti. îki ordunun da yiyecek stoklan tükeniyordu. Bu sırada ya aç­lıktan, ya aldığı yaralardan veya her ikisinden gün geç­tikçe daha çok sayıda at ölüyordu. Birkaç da deve Ölmüş­tü. Kureyş, Gatafan ve diğer bedevi kabilelerinin en iyi ihtimalle isteksizce ittifaka .devam ettiklerini anlamakta gecikmedi. Onlar bu kampanyaya yeni dine düşmanlıkla­rından çok, ganimet elde etmek için katılmışlardı. Fakat geçen süre içinde ganimet elde etme ümitleri yok oldu, tki ordu arasındaki birbirine duyulan güvensizlik gittikçe ar­tıyordu. Zaten bu sefer başından beri hata ve başarısızlık doluydu.

Üç günden beri Peygamber (s.a.v.) her namazın arka­sından şu duayı tekrarlıyordu: «Attahim, Ey kitabı indiren ve Seri´ul Hısâb (çabuk hesap görücü) olan! Düşmanları bizden uzaklaştır. Onların korkup kaçmasını sağla.»[3]. Her-şey hallolduktan sonra da şu âyet nazil olmuştu:

iman edenler, Allah´ın sizin üzerinizdeki nimetini hatır-tayın. Hani size ordular yönelip-gelmişti. böylece biz de onların üzerine, bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.» (Ahzab : 9).

Günlerce hava olağanüstü soğuk ve nemli olmaya de­vam etmişti. Şimdi İse doğudan gelen sert bir rüzgâr, her­kesin sığmaklara çekilmeye zorlayan bir yağmur getirmiş­ti. Gece olunca ovayı fırtına kapladı. Rüzgâr fırtına ve bo­raya dönüşmüştü. İki düşman kampında da bir tek sağ­lam çadır bile kalmamıştı. Tüm çadırlar yakılmış, kamp ateşleri sönmüş, insanlar yerde birbirlerine sarılmış ısın­maya çalışıyorlardı.

Müslümanların kampı rüzgârdan biraz korunuyordu; çadırlarından hiçbiri yıkılmamıştı. Fakat fırtınanın etkisi y-

le insanlar büyük bir üzüntüye ve daha önce hiç düşün­medikleri kadar büyük bir zayıflığa kapıldılar. Peygamber (s.a.v.), gece geç saatlere kadar dua etti. Daha sonra ken­di çadırına yakın olan adamların arasına gitti. Bunlardan biri olan Yemân´m oğlu Huzeyfe (r.) sonraki yıllarda Pey­gamber (s.a.v.)´in nasıl yanlarına gelip şöyle dediğini an­lattı : «Hanginiz düşmanın yanma gidip, onların durumu hakkında bilgi edindikten sonra geri dönecek? Kim bu söy­lediklerimi yaparsa onun Cennette arkadaşım olması için Allah´a dua edeceğim». Fakat oradakilerden hiç cevap gel­medi. Huzeyfe: «Hepimiz o kadar cesaretimizi kaybetmiş, o kadar acıkmış ve üşümüştük ki hiç birimizin ayağa kal­kacak hali yoktu» dedi. Hiç kimsenin gönüllü olarak bu görevi almak istemediği açığa çıkınca. Peygamber (s.a.v.), Huzeyfe´yi çağırdı. Huzeyfe (r.) de diğerlerinden ayrılıp hemen ayağa kalktı. Huzeyfe: «İsmim onun ağzından çı­kar çıkmaz ayağa kalkmaktan başka bir şey yapamadım» dedi. Peygamber ts.a.v.) : «Sen git» dedi, «düşmanın ara­sına gir ve ne durumda olduklarını gözle. Bize geri döne­ne kadar başka birşey yapma». Huzeyfe şöyle anlattı: «Bu­nun üzerine gittim. Rüzgâr ve Allah´ın orduları onları pe­rişan ederken düşmanın araşma girdim». Huzeyfe (r.î, ye­re çömelmiş KureyşÜlor arasından nasıl geçip liderlerinin oturduğu yere ulaştığını anlattı. Geceyi soğuktan uyuşmuş bir şekilde geçirdiler. Şafakla birlikte rüzgâr hızını azalt­maya başladığında Ebu Süfyan yüksek sesle bağırdı: »Ey Kureyşliler, atlarımız ve develerimiz ölüyor. Beni Kuray-zalılar bize ihanet etti ve bizi ele vermek üzere oldukları­nı haber aldık. Şimdi de gördüğünüz gibi rüzgâr bizi mah­vediyor. Artık bu yeri terkedelim, ben gidiyorum». Bu söz­leri söyledikten sonra devesinin yanına gitti ve devesine bindi. O kadar ani bir kararla deveye binmişti ki devesi­nin kösteğini çözmeyi unutmuştu. Bunu ancak deveyi üç ayağı üzerinde kalkmaya zorladığı an farketti. O sırada İkrime ona şöyle dedi: «Sen bu insanların başı v© lide­risin. Bizden o kadar çabuk ayrılıp, adamlarını geride mi bırakacaksın?» Bunun üzerine utanan Ebu Süfyan, çoğu kamp yerini terkedinceye kadar bekledi. Daha sonra geri kalanları iki yüz atlı ile birlikte Halid ve Amr´ın getirme­sine karar vererek kendisi de yola çıktı. Ordunun yola ha­zırlanmasını beklerlerken Halid şöyle dedi: «Şimdi her akıllı adam Muhammed yalan söylemediğini an­ladı». Fakat Ebu Süfyan sözünü keserek: «Herkes­ten çok senin, böyle demeye hakkın yok» dedi. Halid «Ni­çin?» diye sordu. Ebu Süfyan : «Çünkü Muhammed (s.a.v.), senin babanın şerefini iki paralık etti, kabilenin şefi Ebu Cehil´i de öldürttü» dedi.

Huzeyfe , geri dönüş emrini duyar duymaz hemen Gatafan kabilelerinin kampına doğru yola çıktı. Fakat kamp yerini boş buldu. Çünkü soğuk onların da dayan­ma gücünü kırmış ve geri dönmelerine neden olmuştu. Bu­nun üzerine Huzeyfe, Peygamber (s.a.v.)´in yanma dön­dü. O sırada Peygamber (s.a.v.), soğuğa karşı, hanımların­dan birine ait olan örtüye bürünmüş bir halde namaz kı­lıyordu. Huzeyfe: «Beni gördüğünde» dedi, «Beni yanma doğru çekti ve ayak dibine oturttu. Örtünün bir ucunu da bana uzattı». Daha sonra benimle birlikte örtünün için­de oturdu, secde yaptı ve tekrar oturdu. Namazı bitirip selam verdikten sonra ona haberleri ulaştırdım.»[4]

Bilâl sabah ezanını okudu: namazı kıldıklarında, sa­bahın ilk ışıklarıyla birlikte hendeğin ötesindeki ovanın bomboş olduğunu gördüler. Peygamber (s.a.v.) herkesin evine dönebileceğini söyledi´. Bunun üzerine çoğu hızla şeh­re doğru yola koyuldular. Daha sonra düşmanın araları­na casus sokmasından veya Beni Kurayza´lılarin hendeğin korunmasız olduğunu Kureyşlilere haber verip, onların da geri gelmesinden korkarak Cabir ve Ömer´in oğlu Abdullah (r.)´i ayrılan arkadaşlarını geri çağırmak üzere gönderdi, ikisi de onların arkalarından gitti. Güçlerinin yettiği kadar yüksek sesle bağırdılar, fakat hiç kimse se­se başını çevirmedi. Cabir, Beni Harise´yi yol boyunca iz­ledi, evlerinin önüne geldiklerinde yine bağırdı, fakat kimse ona cevap vermedi. -İkisi de" sonunda Peygamber (s.a.v.)´in yanma döndüklerinde ona başaramadıklarını haber verdiler. Bunu duyan Peygamber s.a.v.) güldü ve onu korumak üzere yanında kalan arkadaşlarıyla birlikte şehre doğru yola koyuldu.

61. BENÎ KURAYZA

Dinlenmek için sadece birkaç saatleri vardı. Çünkü öğle namazından hemen sonra Cebrail, Peygamber (s.a.v.)´e gelmişti. Çok güzel giyinmişti. Sarığı gümüş ve altın işle­meliydi. Gümüş ve altın İşlemeli bir örtü de onu getiren katırın semerine örtülmüştü, «Ey Allah´ın Rasulü, teslim mi oluyorsun?» dedi. «Melekler teslim olmadılar. Düşmanı kovalamaktan şimdi döndüm. Ey Muhammed Cs.a.v.), ger­çekten yüce Allah sana Beni Kurayza´ya karşı çıkmanı em­rediyor. Ben şimdiden onların yanına gidiyorum. Belki on­ları korkutabilirim.[5].

Peygamber (s.a.v.), Beni Kurayza yerleşim bölgesine ulaşana kadar kimsenin ikindi namazı kılmamasını em­retti. Sancak Ali (rJ´ye verilmişti. Hendekte, Kureys. ve müttefiklerine karşı çıkan aynı üçbin kişi güneş daha bat­madan tüm Kurayza kalelerini kuşatmıştı.

Kuşatma yirmibeş gece sürdü. Yirmi beş günün sonun­da yahudiler, Peygamber (s.a.v.)´e Ebu Lübabe ile görüş­mek istedikleri haberini gönderdiler. Beni Nadir gibi on­lar da uzun süreden beri Evs´in müttefiki idiler. Ebu Luba-be de bu ittifakı sağlayan önemli liderlerden biriydi. Pey­gamber (s.a.v.) ona, Beni Kurayzalılara gitmesini emretti. Ebu Lübabe oraya vardığında ağlayan çocuk ve kadınlar­la karşılaştı. Bu, onun hain düşmana karşı duyduğu kini yumuşattı. Adamlar, Muhammed fs.a.v.)´e teslim olup ol­mamaları konusundaki fikrini sorunca O: «Evet» dedi. Ay­nı zamanda elini boğazına dokundurarak, teslimiyetten ölümü kasdettiğini ima etti. Bu jest teslimiyet fikrine ay­kırıydı ve kuşatmanın daha da uzamasına sebep olabilir­di. Daha Önce Peygamber (s.a.v.) bir hurma ağacını ve­layeti altındaki bir yetime vermesini teklif etmiş, kendisi de bunu reddetmişti. Zaten bu hareketinden dolayı büyük bir suçluluk duyuyordu. Bu jesti yaptıktan hemen sonra duyduğu suçluluk daha da arttı[6]. «Daha ayaklarımı yerin­den oynatmamıştım ki, Allah´ın Rasulüne ihanet ettiğimin farkına vardım» dedi. Ebu Lübabe´nin yüzünün rengi de­ğişti ve şu âyeti okudu: «Biz Allah´a ait (kullar) iz ve şüp­hesiz O´na dönücüleriz.» (Bakara: 156i. Ka´b: «Sana ne oldu?» diye sordu. Ebu Lübabe: «Allah´a ve Rasulüne iha­net ettim» dedi. Üst kattan aşağı indiğinde sakalını tuttu, gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu. Geldiği kapıdan çıkıp, kendisinden haber bekleyen diğer Evs´Iilerle karşılaşmaya dayanamayacağını hissetti. Bu nedenle kalenin arka kapı­sından çıkıp şehre doğru yola koyuldu. Doğruca Mescid´e gitti. Kendisini Mescid´in direklerinden birine bağlayıp şöy­le dedi: «Allah yaptığım şeyi affedinceye kadar burada bağlı kalacağım».

Peygamber (s.a.v.) onun gelip haber getirmesini bek­liyordu. Neler olduğunu duyunca şöyle dedi: «Eğer bana gelseydi, onu affetmesi için Allah´a dua ederdim. Fakat onun bu yaptığını gördükten sonra, Allah ona merhamet edinceye kadar onu bırakamam»[7].

Ebu Lübabe, on ya da onbeş gün o direkte bağlı kaldı. Her namazdan önce veya gerektiğinde kızı gelip onu çö­züyor ve namazını bitirdikten sonra tekrar aynı yere bağ­lıyordu. Bu durumdan duyduğu üzüntü, kuşatmanın hâlâ sürdiğü gecelerden birinde gördüğü bîr rüya ile biraz ha­fifledi. Rüyasında kendisini yapışkan çamurdan bir batak­ça)lığa gömülmüş görüyordu. Neredeyse bataklığın saldığı pis kokudan, ölmek üzere iken akan bir pınar görüyor ve pınarda yıkanıyor. Etrafındaki. koku da güzelleşiyor. E bu Lübahe (rJ uyandığında Ebu Bekir´e gidip bu rüyanın ne anlama gelebileceğini sordu. Ebu Bekir, (r.) ona, vücu­dunun ruhunu temsil ettiğini, ilk önce ruhunu baskı altı­na alan kötü bir olay yaşayacağını, fakat bundan sonra kurtulacağını söyledi. Ebu Lübabe direkte bağlı olduğu sürece bu kurtuluşun ümidiyle yaşadı.

Benî Kurayza´ya gelince, Ka´b onlara, nasıl olsa hep­si Muhamed´in (s.a.v.) Peygamber olduğuna inandığına göre onun dinine girip mallarını ve hayatlarını kurtarmayı teklif etti. Fakat onlar ölümün bundan daha iyi olduğunu ve Tevrat´tan ve Musa´nın kanunlarından (namus) başka bir şey istemediklerini söylediler. Bunun üzerine Ka´b onlara başka çözüm yollan Önerdi, fakat hepsi kabul edilmeyecek nitelikteydi. Kuşatmanın başından beri Beni Kurayzahların kalelerinde kalmakta olan Beni Hedl´den Kurayza´nın er­kek kardeşi Hedl´in soyundan gelenler üç genç adam Ka´b´m öne sürdüğü ilk teklife taraftardılar. Gençliklerin­de, kendi aralarında yaşamaya gelen Suriye´li yahudi İbn el-Heyeban´ı tanımışlardı. Şimdi onun beklenen Pey­gamber (s.a.v.)´le ilgili söylediklerini tekrarlıyorlardı «Onun vakti geldi. Ey yahudiler, ona ilk ulaşan sizler olun. Çünkü O kendisine karşı çıkanları Öldürmek ve kadm ve çocuklarını esir almak üzere gönderilecek. Bu durumun sizi ondan uzaklaştırmasına izin vermeyin.» Fakat gençlere verilen tek cevap: »Biz.Tevrat´tan vazgeçme­yiz.» oldu. Bunun üzerine üç genç o gece Kurayza kale lerinden kaçıp, Müslüman kampına sığındılar. Müslüman olmak istediklerini söyleyip Peygamber´e (s.a.v.) biat et­tiler. Beni Kurayzalılardan ise sadece iki kişi onların yo­lundan gitti. Bunlardan biri, Amr îbn Su´da´, zaten başın­dan beri Peygamber (s.a.v.) ´le yapılan anlaşmayı bozmaya karşıydı ve resmen kendisinin buna karşı olduğunu açık­lamıştı. Şimdi ise eğer Müslüman olmayacaklarsa, Pey­gamber (s.a.v.)´e haraç veya vergi ödeyebilecekleri fikrini ortaya attı. «Ama, onun bu teklifi kabul edip etmeye­ceğini bilmiyorum.» dedi. Buna karşılık yahudiler, Arap­lara haraç ödemektense ölmeyi yeğleyeceklerini söylediler. Bunun üzerine kaleden yalnız başına ayrıldı; kuşatma çemberini Müslüman olarak geçti ve o geceyi Medine´deki Mescid´de geçirdi. Fakat o geceden sonra bir daha onu gö­ren olmadı. Bugüne kadar onun nereye gittiği ve nerede öl­düğü Öğrenilememiştir. -Peygamber (s.a.v.) onun hakkın­da: «O, inancı nedeniyle Allah´ın koruduğu bir adamdır» derdi. Müslüman olan diğer adam ise Rifâ´a îbn Semey´al´di. O gece yahudi kalelerinden kaçmış, askerlerin arasından gizlice geçip, Hazreç´in Beni en-Neccar kolundan bir adamla evlenen Peygamber (s.a.vj´in teyzesi Selma binti Kays´m yanına sığınmıştı. Rifâ´a onun evinde Müs­lüman olmuştur.

Ertesi gün, Ebu Lübabe´nin uyarısına rağmen Benî Kurayza´lılar kalelerinin kapılarını açtılar ve Peygamber (s.a.v.)´in adaletine teslim oldular. Adamlar elleri arkala­rına bağlı bir şekilde kendileri için kampın bir tarafında ayrılan yere doğru gittiler. Diğer bir tarafa da kadınları ve çocukları topladılar. Peygamber (s.a.v.) kadın ve çocuk­ları koruma görevini. Beni Kaynuka´nın eski lideri olan Abdullah Ibn Selâm´a verdi. Silahlar, giyecekler ve ev eş­yaları kalelerden getirilip bir yere yığıldı. Şarap ve maya­lanmış hurma suyu kavanozları teker teker açıldı ve bo­şaltıldı. .

Evs kabileleri Peygamber (s.a.v.)´e bu eski müttefikle­rine de, Hazreç´in müttefiki olan Kaynuka´hlara gösterdiği yumuşaklığı göstermesini rica eden bir haber gönderdiler. Peygamber (s.a.v.). «Ey Evsliler, eğer onlar hakkındaki kararı sizden birine bırakırsam bu sizi tatmin eder mi[8]» dedi. Onlar da bu fikri kabul ettiler. Bunun üzerine Pey­gamber (s.av.) onları yaraları henüz iyileşmemiş olan ve Mescid´de bir çadırda tedavi gören liderleri Sa´d Ibn Mu-hz (r.)´a gönderdi. Peygamber (s.a.v.), onu daha sık ziyaret odübümek için mescide yerleştirmişti. Rudeyfe adında­ki Eşlem´1 i bir kadın da Sa´d´ın yarasını tedavi ediyordu.

Kabilesinden birkaç adam Sa´d´in yanına gittiler. Onu bir katıra bindirip kampa gittiler. Yolda ona: «Müttefiklerimi­ze iyi davran, çünkü Allah´ın Rasulü seni onlara müsama­halı davranman için kararı sana bıraktı.» Fakat Sa´d çok adaletli bir adamdı; Ömer gibi o da Bedir esirlerini öldür­me taraftarıydı ve onların bu görüşü vahiy tarafından des­teklenmişti. Bedir´de fidye karşılığı serbest bırakılanların çoğu Uhud´da ve Hendek´te geri gelip onlara karşı savaş­mışlardı. Bu son savaşta ise istilaya gelenlerin asıl gücü, sürgün edilen Beni Nadir´in yardımlarından kaynaklanı­yordu. Eğer onlar sürgüne gönderilmek yerine öldürülmüş olsalardı, Kureyş ordusu yarıya iner ve Beni Kurayza´Iılar da anlaşmaya sadık kalırlardı. Bundan başka Sa´d (r.) kriz anında Beni Kureyza´ya gönderilen elçilerden biriydi ve onların Müslümanların yenileceğine inandıklarında na­sıl ihanet ettiklerini gözleri ile görmüştü. Eğer onlar hak­kında sert bir karar alırsa bütün Evs´liler onu suçlayacak­tı. Fakat Sa´d (r.) bu tür düşüncelere zaten Önem vermez­di. Yakında öleceğini hissettiği bu seferki kararında ise bu tür kaygılar ondan tamamen uzaktı. Kabilesinden adam­ların sözlerine kısaca şu karşılığı verdi: «Artık Sa´d´m, Al­lah katında, hiçbir suçlunun suçuna önem vermeme zama­nı gelmiştir.»

Sa´d, güçlü yapılı, yakışıklı ve heybetli bir adamdı. O kampa geldiğinde Peygamber (s.a.vJ: «Başkanınıza saygı için ayağa kalkın» dedi. Onlar da ayağa kalktılar ve şöyle dediler: «Ey Amr´ın babası, Allah´ın Rasulü seni mütte­fiklerimiz hakkında karar vermek üzere görevlendirdi.-Sa´d (r.): «Peki, benim kararımın onlar üzerindeki son hü­küm olacağına Allah´a yemin edip, O´na ahit verir misi­niz?» dedi. «Evet» dediler. Sa´d Peygamber (s.a.v.)´e doğru bir göz atıp, adını anmaksızın: «Bu, buradaki herkes için mi geçerli?» dedi. Peygamber «Evet- dedi. «O hal­de» dedi Sa´d, «ben erkeklerin Öldürülmesi, mallarm dağı­tılması, kadın Ve çocukların esir alınmasına hüküm veriyorum»[9] Peygamber (s.a.v.) ona: -Sen, yedi kat yüksek se­mada Allah´ın verdiği hükmün, aynısını verdin» dedi.

Kadınlar ve çocuklar şehre götürülüp yerleştirildiler. Erkekler ise kampta kaldılar ve geceyi Tevrat okuyup bir­birlerine sabır ve dayanıklılık tavsiye ederek geçirdiler. Sabahleyin Peygamber Is.a.v.) pazar yerinde dar, fakat uzun ve derin hendekler açılmasını emretti. Toplam yedi-yuz kişi olan adamlar bazı kaynaklara göre yediyüzden fazla, bazılarına göre ise daha az küçük gruplar halinde gönderildiler. Her grup kendi mezarı olacak olan´ çukurun başına dfzildi. Daha sonra Ali ve Zübeyr gibi Ashabın genç­leri hepsini birer kılıç darbesi ile öldürdüler.

Huyay pazar yerine doğru gönderildiğinde Peygam­ber (s.a.v.)´e döndü ve ona şöyle dedi: *Sana karşı geldi­ğim için Kendimi suçlamıyorum. Allah´ı terkeden, aynı şekilde terkedilecektir.» Daha sonra yahudilere dönerek: «Allah´ın emri yanlış olmaz, bu Allah´ın kitabında Israil-oğullanna gönderdiği bir karar, bir hüküm ve katliamdır» dedi. Çukurların yanına oturdu ve başı kesildi.

Son Öldürülenin başı bir meşale ile kesildi. Daha sonra Zabir İbn Bata adındaki yaşlı yahudi, hakkında karar ve­rilemediği için kadın ve çocukların olduğu eve yerleştirildi. Ertesi sabah erkeklerin öldürüldüğü haberini alan kadın­lar, tüm şehri ağıt sesleri ile ayağa kaldırdılar. Fakat yaşlı Zabır onları teskin etti ve şöyle dedi: «Sessiz olun! Siz dün­ya kuruldu kurulalı îsraüoğullanndan esir alman ilk ka-dinlar mısınız? Eğer erkekleriniz iyi olsaydı, sizi bu du­rumdan kurtarırlardı. Siz kendinizi yahudi dinine verin, çünkü bu din üzere ölüp, ahirette bu din üzere tekrar di-rilmeliyiz.»

Zabir en azılı İslâm düşmanlarından biriydi ve çoğu kişiyi Peygamber (s.a.vJ´e karşı gelmeye o teşvik etmişti. Fakat iç savaşlar sırasında, Sabit İbn Kays adındaki Haz-reç´li bir adamın hayatını kurtarmıştı. Sabit bu borcunu ödeme amacıyla Peygamber Cs.a.v.)´den Zabir´in yaşama­sına izin vermesini rica etti. Peygamber (s.a.v.); «O se­nin» dedi. Fakat Sabit, Zabir´e bu durumu anlatınca O «Kansız ve çocuksuz yaşlı bir adam hayatta ne yapar?» dedi. Bunun üzerine Sabit tekrar Peygamber (s.a.v.) ´e git­ti. O da ona Zabir´in karısını ve çocuklarını verdi. Fakat Zabir bu kez de: «Hicaz´da hiç bir varlığı olmayan bir aile neyle geçinir?» dedi. Sabit yine Peygamber (s.a.v.)´e gitti. Peygamber (s.a.v.) de ona Zabir´in zırh ve silahlan dışın­daki bütün mallarını verdi. Fakat tüm arkadaşlarının Öl­dürülmüş olması Zabir´i meşgul eden bir düşünce haline geldi. Sabit´e: «Senden olan hakkıma dayanarak, Allah adı­na, senden beni de arkadaşlarımın yanına göndermeni is­tiyorum. Onlar gittikten sonra benim için hayatın bir an­lamı yok» dedi, İlk önceleri Sabit bunu kabul etmedi, fa­kat onun çok ciddi olduğunu görünce onu da infaz yeri­ne götürdü ve Zübeyr (r.) onun başını kesti. Karısı, ço­cukları serbest bırakıldı ve malları Sabit´in velayeti altın­da onlara iade edildi.

Diğer kadın ve çocuklar ise, mallarla birlikte kuşat­mada görev alan askerlere dağıtıldı. Bu esirlerin çoğunu Hayber´deki soydaşları Beni Nadir, fidye verip kurtardılar. Peygamber (s.a.v.)´e hisse olarak Reyhane adında, Na-dir´li Zeyd´in kızı olan ve Kurayza´lı biri ile evlenmiş olan bir yahudi kadm düştü. Reyhane çok güzel bir kadındı ve beş yıl sonra ölene dek Peygamber (s.a.v.)´in cariyesi ola­rak kaldı. Peygamber {s.a.v.) ilk önceleri onu, Rifa´a´nm sığındığı teyzesi Selma´nm yanma yerleştirdi. Reyhane ilk önceleri İslâm´a karşıydı, fakat Rifa´a ve Beni Hedl´den Müslüman olan üç genç ona İslam´ı anlattılar. Bundan kı­sa bir süre sonra üç gençten biri olan Se´lebe Peygamber (s.a.v.)´e geldi ve Reyhane´nin Müslüman olduğu haberini verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) çok sevindi. Peygamber (s.a.v.) ona gitti ve onu serbest bırakıp evlenme teklif etti. Fakat Reyhane (r.): «Ey Allah´ın Rasulü, beni kendi himayende bırak; bu benim için de, senin için de daha kolay» dedi.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] I. I. 676.

[2] I. I. 681, W. 480-1.

[3] I. S, H/l, 53; W. 487.

[4] I. I, 683-4, W. 488-90.

[5] I. I. 684

[6] Bkz. Bölüm: 48

[7] W. 5ğ7.

[8] I. I. 136

[9] Sad´ın karan tamamen onların ihanet suçuna dayanıyordu. Fakat bu karar, yahudi kanunlarında varolan, ihanetle suçlanmasa bile kuşatılan bir şehir halkının öldürülmesi kanunu­na uyuyo/du -Rabbimz Alah, size onu verdiğinde, oradaki Kıtım erkeklori kılıçtan, geçirin: fakat kadınları, küçükleri, hayvanları ve âhirdeki bütün herşeyi kendinize alın.» (Eski ^hit, Bes´r.ci Kitap: 20:12).

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar