Yuva

Yuva

Damat, amcasının evinden ayrıldı ve gelinle birlikte yaşamak üzere onun evine yerleşti. Hatice kocasına bir eş olduğu kadar, onun en yakın arkadaşı ve ideallerini ve is-teklerini paylaşan bir dostu idi. Acılar ve kayıplar olsa da evlilikleri çok mutlu geçiyordu. Hatice, Muhammed´e (s.av.) altı çocuk doğurdu, iki erkek ve dört kız. En büyük ço­cukları Kasım adında bir oğlan çocuğuydu. Bundan son­ra Muhammed´e Ebu´l-Kasım (Kasım´ın babası) denmeye başlandı. Fakat çocuk iki yaşını doldurmadan öldü. İkinci çocukları Zeyneb adında bir kızdı, onu üç kız çocuğu daha takip etti, Rukiyye, Ümrnü Gülsüm ve Fatıma. Son çocukları ise yine çok az bir süre yaşayan bir erkek çocuğuydu.

Evlendiği´gün Muhammed (s.a.v.1, babasından miras kalan sadık cariyeyi, Bereke´yi, azat etti; aynı gün Hatice ona kendi kölelerinden birini, onbeş yaşındaki Zeyd´i he­diye etti. Bereke´ye gelince, onu Yesrib´li biriyle evlendir­diler. O adamdan bir oğlu oldu ve bundan sonra Ümmü Eymen (Eymen´in annesi) olarak anıldı. Zeyd ise kendisi gibi gençlerle birlikte, Hatice´nin yeğeni, yani Kardeşi Ni-zam´in oğlu Hakim tarafından Ukaz panayırından satın alınmıştı. Halası onu ziyarete geldiğinde, Hakim ona yeni aldığı kölelerden birini seçmesini teklif etti. O da Zeyd´i seçti.

Zeyd, atalarıyla övünürdü: babası Harise Suriye ile Irak arasında yerleşik olan Kelb kabilesindendi; annesi ise yine meşhur olan komşu Tayy kabilesindendi. Tüm Arabistan´da cömertliği ve belagatı ile şöhret salan şair-şöval ya Hatim de annesiyle aynı kabiledendi. Yıllar önce bir gün annesi Zeyd´i ailesini ziyaret etmek için kendi kabile­sine götürüyordu; kaldıkları köye Benî Kayn kabilesinden bir grup adam saldırdı, çocuğu kaçırıp köle diye sattılar. Babası Harise onu ümitsizlik içinde arıyordu, Zeyd de Kelb kabilesinden babasına haber gönderebileceği kimse­ye rastlayamamiştı. Fakat Kabe´ye Arabistan´ın her yerin­den hacılar geliyordu. Muhammed´in (s.a.vj kölesi olduk­tan aylar sonra bir gün, Mekke sokaklarında kendi kabi leşinden adamlara rastladı. Eğer onları bir Önceki yıl ger muş olsaydı, duygulan çok farklı olurdu. Böyle bir karşı­laşmayı uzun süredir arzuluyordu, fakat şimdi şaşkınlığa düşmüştü. Şimdi artık hiçbir şey düşünmeden burayı ter-kedip ailesine gidemezdi. Fakat onlara nasıl bir haber gön­derebilirdi? Meselenin esası ne olursa olsun, bir çöl çocuğu olarak bu durumlarda hiç bir şeyin şiirden daha anlamlı, olamayacağını biliyordu. Kafasındakileri anlatabilmek için bir kaç mısra yazdı, fakat bu mısralar ifade ettikleri an­lamlardan daha fazlasını ima ediyorlardı. Daha sonra Kelb´li hacıların yanına gitti ve kendisini tanıttı: «Aileme şu mısraları okuyun, çünkü uzun sûredir benim için üzül­düklerini biliyorum:

Kendim uzakta olsam da, sözlerimi ahu

Ve halkıma götürün: Ben şimdi Kutsal Ev´de

Tann´nın kutsadıgı yerde yaşıyorum.

Artık şimdiye dek çektiğimiz üzüntüleri bir kenara bırakın.

Beni aratmak için develeri yormayın. Çünkü ben, Allah´a şükür, bütün silsilesi soylu olan Büyük ve iyi bir ailenin yanındayım.

Hacılar bu haberle yurtlarına döndüklerinde, Harise hemen kardeşi Ka´b ile birlikte Mekke´ye doğru yola çıktı. Muhammed (s.a.v.)´e gidip, ondan oğlu Zeyd´i istediği fi­yata kendisine satmasını istedi. Muhammed şu cevabı verdi: «Bırakın kendisi seçsin, eğer sizi seçerse hiç bir ücret istemeden onu size veririm; eğer beni seçerse, ben beni se­çen birinin üstünde karar verici değilim.» Daha sonra Zeyd´i yanlarına çağırdı ve bu iki adamı tanıyıp tanımada-ğını sordu. Zeyd: «Bu amcam, bu da babamdır» dedi. «Be­ni tanıyorsun» dedi Muhammed (s.a.v.): «Ve benim sana gösterdiğim dostluğu da biliyorsun, o halde benimle onlar arasında bir seçim yap.» Zeyd zaten seçimini yapmıştı, he­men şöyle dedi: «Senin üstüne başka adam seçecek deği­lim. Sen bana annem ve babam gibisin.» «Ey Zeyd, köleli­ği özgürlüğe, babana, amcana ve ailene tercih mi ediyor­sun?» diye hayretle sordular. Zeyd: «Evet Öyle, çünkü ben bu adamda öyle şeyler gördüm ki kimseyi ona tercih ede­mem» dedi.

Muhammed (s.a.v.) daha sonraki konuşmaları kısa ke­serek onlan Kabe´ye davet etti. Hicr´de ayakta durarak yüksek sesle şunları söyledi: «Ey burada bulunanlar, «ahit olun ki Zeyd benim oğhımdur, ben onun, o da benim va-risimdir.»[1]

Amca ve baba isteklerini yerine getiremeden ülkeleri­ne dönmek zorunda kaldılar. Fakat kabilelerine anlatma­ları gereken hikâye, bu evlât edinmeye sebep olan karşı­lıklı sevgi, utanç verici bir şey değildi. Zeyd´in özgürlüğe kavuştuğunu ve daha sonraki yıllarda kardeşleri ve akra­balarına da faydalı olabilecek yüksek bir şerefe ulaştığını gördükten sonra teselli oldular-ve yollarına üzüntüsüz de­vam ettiler. O günden sonra bu yeni Haşimî, Mekke´de Zeyd İbn Muhammed diye anılmaya başladı.

Muhammed´le (s.a.v.) Hatice´nin evlerine en sık gelen ziyaretçilerden biri de Muhammed´in kendinden bile kü­çük olan en küçük halası, aynı zamanda Hatice´nin yenge­si Safiye idi. Beraberinde, ağabeyinin ölümünden sonra Zübeyr adını verdiği oğlunu da getirirdi. Bu nedenle Zü-beyr, Muhammed´in kızlarıyla, yani kuzenleriyle küçük yaşlardan beri arkadaşlık ederdi. Safiye ile birlikte, Hati­ce´nin tüm çocuklarının ebesi olan ve kendisini ev halkından sayan sadık hizmetlisi Selma da gelirdi.

Yıllar geçtikçe, Muhammed´în sütannesi Halime de ara sıra onları ziyarete gelmeye başladı. Hatice ona her zaman gereken saygıyı gösterirdi. Bu ziyaretlerden biri, Halime´-nin sürülerinin uzun süren çok sert bir kuraklık nedeniy­le helak olduğu bir zamana rastladı. Hatice ona kırk ko­yun ve üstünde tahtı ile birlikte bir deve hediye ettr. Hi­caz´da bir veba gibi yayılan bu kuraklık aileye yeni bir ferdin katılmasına da neden oldu.

Ebu Talib bakabileceğinden fazla çocuğa sahipti ve kuraklık onun belini kırmıştı. Muhammed (s.a.v.) bunu iarketti ve birşeyler yapması gerektiği kanaatine vardı. .Amcaları arasında en zengin olanı Ebu Leheb´di, fakat o aileden uzak dururdu. Belki bunun nedeni kendisinin, an­nesinin tek çocuğu oluşu ve başka öz kardeşe sahip olma­yışıydı. Muhammed (s.a.v,) başarılı bir tüccar olan ve be­raber büyüdükleri için kendisine çok yakın olan amcası Abbas´tan yardım istemeyi tercih etti. Muhammed (s.a.v.)´e en yakın olanlardan biri de, onu her zaman evinde hoş karşılayan ve çok seven Abbas´ın karısı Ümmü´1-Fadl idi. Onlara gitti ve iki ailenin Ebu Talib´in durumu düzelene dek onun oğullarından ikisinin bakımım üstenmesinı tek­lif etti. Hemen karar verdiler ve birlikte Ebu Talib´e gitti-[2] Onların tekliflerine karşı Ebu Talib: «istediğinizi ya­pın, fakat Akil ile Talib´i bana bırakın» dedi. Cafer artık onbe? yaşındaydı ve ailenin en küçüğü de değildi. Annesi Fatıma, ondan on yaş küçük bir erkek çocuğu daha dünya­ya getirmişti; adını Ali koymuşlardı. Abbas, Cafer´in bakı­mını üstlenebileceğini söyledi, bunun üzerine Muhammed (s.a.v.) de Ali´yi aldı. Bu sıralarda Hatice Abdullah adında bir erkek çocuğu daha dünyaya getirmişti, fakat Abdullah," Kasım´dan daha az bir zaman yaşadı. Bîr anlamda Ali onun yerini almıştı. Rukiye ve Ümmü Gülsüm´1 e hemen hemen aynı yaşta Seyneb´den küçük ve Fatıma´dan biraz büyük olan Ali bu dört kuzeniyle kardeş gibi büyüdü. Zeyd´le birlikte bu beş kişi Muhammed ve Hatice ailesinin özünü, oluşturuyordu. Fakat bunlardan başka onlara çok bağlı olan ve burada kronolojik olarak ele alınan ta­rihte küçük veya büyük roller oynayan birçok akrabalar: da vardı.

O sırada hayatta olmayan en büyük amcası Haris geri-de bir çok erkek çocuk bırakmıştı. Bunlardan biri, Ebu Süfyan*. Muhammed (s.a.v.)´in süt kardeşi idi. Çünkü on­dan birkaç yıl sonra o da Beni Sa´d´da Halime tarafından omzırümişti. Çoğu kişi Ebu Süfyan´m aile benzerliği bakı­mından Muhammed (s.a.v.)´e çok yakın olduğunu söyler. İ´tisinin ortak özelliklerinden biri de güzel konuşma sana­lı idi. Fakat Ebu Süfyan yetenekli bir şairdi -belki de amalan Zûbeyr ve Ebu Talib´den daha yetenekliydi. Oysa Muhammed (s.a.v.), arapça grameri ve güzel konuşmada rakipsiz olmasına rağmen, bir tek şiir bile yazmamıştı.

Hemen hemen kendi yaşında olan Eüu Süfyan, onun için hem arkadaş hem de bir dosttu. Kanla bağlı akraba­larından biraz daha yakın olanlar, babasının öz kardeşle­ri, yani Abdu´l-Muttalib´in beş kızının çocukları idi. Bu ku­zenlerinin en büyükleri kuzeydeki Esed kabilesinden Cahş adında bir adamla evlenen haıası Umeyme´nin çocuklarıy­dı[3]. Cahş´ın Mekke´de bir evi vardı. Kendi kabilesinden başka bir kabile ile beraber yaşayan birinin, o kabilenin bi" üyesi ile karşılıklı anlaşma yapması sonucunda, o kişi­yi haklarını ve görevlerini yerine getirecek bir temsilci olarak tayin emtesi de mümkündü. Abdu´ş-Şems soyunun Ümeyye [4]kolundan gelen kabilenin başkam olan Harb, Cahş´ın müttefiki olmuştu. Bu nedenle Umeyme´nin Cahş jle evlenmesi aynen onun bir Şems´li ile evlenmesi gibiy­di. Umeyme´nin ağabeyinden sonra Abdullah adını erdiği en büyük oğlu Muhammed´den hemen he­men oniki yaş küçüktü ve bu iki kuzen birbirlerini çok severdi. Umeyme´nin ağabeyinden epey küçük oian ve güzelligiyle dikkatleri çeken kızı Zeyneb de bu sevgi bağı­nın içindeydi. Muhammed (s.a.v.) ikisini de çocuklukların­dan beri çok severdi; halası Berre´nin oğlu Ebu Seleme´ye de özel bir sevgi beslerdi.

El-Emin´i çevreleyen bu sevgi ve cazibe sadece ailesi ile sınırlı değildi; Hatice ile birlikte bu sevgi çemberinin merkezinde bütün akrabalarını içeren bir daire içindeki tüm İnsanlara sevgi besliyorlardı. Hatice´nin akrabaları da bu çemberin içindeydi. Ona en yakın olanlardan biri, oğlu Ebul-As ile onları sık sık ziyaret eden kardeşi Hale idi. Hatice yeğenini, sanki kendi oğluymuş gibi seviyordu; bu nedenle Hale kardeşinden oğlu için bir eş bulmasını istedi -Hatice sık sık onların her durumda yardım isteme­lerini tembih ederdi. Halice kocasına bu konuyu açtığın­da o, kızları Zeyneb´i evlenecek yaşa geldiğinde Ebu´l As´a uygun bir eş olabileceği önerisini getirdi. Zamanı geldiğin­de Zeyneb´i kuzeni ile evlendirdiler.

Politik olarak bir arada anılan Haşim ve Muttalib soy­larının zayıflayan politik etkisini tekrar güçlendirmek için duyulan ümitler, Muhammed (s.a.v.) üzerinde yoğunlaş-nusti. Soy ayrımı olmaksızın tüm Kureyş onu, Arabistan´­da kabilelerinin şerefini ve gücünü devam ettirebilecek, neslinin en yetenekli şahsı olarak görüyordu. El-Emin´e ya­pılan övgüler herkesin dilindeydi; belki de bu nedenle Ebu Leheb yeğenine gelmiş ve kızları Rukiyye ve Ümmü Gül-süm´ü kendi oğullan Utbe ve Uteybe´ye » istedi­ğini söylemişti. Muhammed (s.a.v.J, bu İki kuzenini iyi ta­nıdığı için teklifi uygun bulmuş ve nişanlar yapılmıştı.

İşte bu sıralarda Ümmü Eymen´i yine aile fertleri ara­sında görüyoruz. Kaynaklar onun bir dul olarak döndüğü­nü, veya kocasının onu boşadığını belirtmiyorlar. Sebep her ne İse, Ümmü Eymen yerinin orası olduğunu biliyor­du. Muhammed (s.a.v.), çoğu kez ona «anne» diye hitap eder ve başkalarına «O bana ailemden kalan tek ferttir» derdi"[5]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] I S. III/1;26

[2] i. S. l/ı, 7i.

[3] Esed ibn Huzeyme Necd ovasının en kuzeyinde yerleşmişolan Mekke´nin kuzey-doğusundaki bir kabile.

[4] Abdu´ş-Şems´in oğl" ve Harb´in babası Umeyye´nin ölümünden-sonra böyle anılmıştır

[5] I. S. VIII 162.
Top