TarihSayfası tarihsayfasi.com



İSTİKBALİ MAZİYLE KUCAKLAMAK

Tarih, geçmişte kalmış anlamsız hâdiseler yığını mıdır; yoksa bugünü ve yarını inşâ edip zirveleri yakalamayı sağlayan potansiyel bir güç kaynağı mıdır? Mâziye, kendimizi avutup eğlendirecek efsunkâr hikâye ve masallar mecmuası olarak mı bakmalıyız; yoksa ayaklarımızı yere sağlam basıp istikbâlin doruklarına kanat çırpmamızı temin edecek ikmâl kaynağı olarak değerlendirip, keşfedilmeyi bekleyen bereketli bir saha şeklinde mi görmeliyiz?

Kuşkusuz, tarih, geçmiş kuşaklardan mîras kalmış; mutlu ve aydınlık bir yarını kurmada işe yarayacak emsâlsiz bir tecrübeler hazînesi, moral değerler menbağı ve kudret kaynağıdır.

Mâzinin Gücü ve Tarihle Barışmak

Will Durant, tarihin bahsettiğimiz değeri ve özelliği hakkında şu isâbetli tespitleri yapmaktadır: "Tarih, her şeyden önce bir mîrasın işlenmiş şeklidir. Gelişmişlik ise bu mîrâsı muhafaza etme, geliştirme, istifâde etme ve sonra daha zengin bir şekilde gelecek nesle bırakmadır.

Tarih, severek meşgul olanlar için sâdece insanların hatâlarının ve cinâyetlerinin bir yekûnu değildir. Aynı zamanda dâhilerin resmî geçidine bir imkân sağladığından yaşanmış bir cehennem olmaktan çıkan tarih neticede, binlerce evliyanın, devlet adamının, kâşifin, âlimin, şâirin, sanatkârın, müzisyenin, âşığın ve filozofun yaşadığı, konuştuğu, öğrettiği, sanatını icrâ ettiği bir cennet köşesine döner...

Eğer bu üstün insan, Hz.Muhammed gibi insan ruhlarını fetheden bir peygamberse her sözü, oldukça basit ve geri bir millete dâhi muazzam bir güç kazandırıp, insanları hayrete düşüren akıl almaz hâdiseler meydana getirebilir."

İstikbâlde üstün bir mevkiye yerleşmek isteyen bir milletin, bunun için evvela özünde barındırdığı dinamik gücün farkına vardırıp kendine güven duygusunu kazandıran tarihle barışık olması ve bağlarını sıkı tutup sürekli diyalog içinde bulunması gerekmektedir. Yahya Kemal’in "kökü mâzide âti" esprisine sadâkati nisbetinde geleceğin dünyasında yer alacağını akıldan çıkarmaması îcap etmektedir.

Dinamizm ve İdealizm Kaynağı; Tarih

Parlak bir gelecek elde etmenin yeter şartlarından biri de; yüce idealler peşinde koşmak, hamle ruhuna sahip olmak ve yenilikçi kâbiliyeti diri tutmaktır. Toplumların, kendilerini sürekli canlı ve hayatdar kılacak dinamizmi üzerlerinde toplayıp geleceği kucaklayabilmeleri noktasında vazgeçilmez olan dinamik yine tarihtir. Bu yüzden, tarihe duyduğumuz alâka ve hayatımızdaki yeri; nasıl bir gelecek düşlediğimiz ve kendimizi nerede görmek istediğimizle doğrudan ilişkilidir.

Edward Hallett Carr’ın bu husustaki tahlilleri yukarıdaki kanaatin doğruluğunu pekiştirir mâhiyettedir: "Durağan bir dünyada tarih anlamsızdır. Tarih özünde değişimdir, harekettir ya da ilerlemedir... Gelecekte gelişme yeteneğine inancını kaybeden bir toplum, geçmişindeki ilerlemeyle ilgilenmekten de çabucak vazgeçer."

Geçmişin Güzellikleri, Aydınlık Yarınların Harcı

Mâzinin parlak sayfaları, ihtişam ve güzelliklerle bezeli tabloları tarihte bir anlam taşımakla birlikte; daha muhteşem şâheserlere imzâ atmaya basamak yapılmadığı takdirde, kendisine kuru kuruya bağlılık ve hayranlık duyulsa da, bugün için manasız olmaktan kurtulamaz. Bizi ayakta tutan, yaşadığımız toprakları ve hayatı sahiplenmemizi temin eden, moralimizi yüksek tutan mâzinin güzelliklerini işleyip daha güzel yarınlara kavuşmanın esin kaynağı hâline getirmezsek, atalarımızın başarılarıyla övünüp göğsümüzü kabartmamız, doğrusu teselliden öte pratik hiçbir fayda sağlamaz.

Bu hâl, bugünü idrâkten sıyrılıp tarihte yaşamak ve ona mahkum olmak şeklindeki patolojik sendromun zuhûru demektir. Tarihi yeniden diriltmek gibi akıl ve realite dışı bir saplantıda boğulmakla eşdeğerdir. Geçmişin hayâl dünyasında yaşamak, geleceğe dâir ümit ve beklentilerin bitmesi; hayatla bağları koparıp dışına itilmeyi kabul etmektir. Aslında bu, tarihin yüklediği mesuliyetten kaçma, bir mîras yedi misâli atadan kalanlarla yetinme; gelecek kuşaklara hayat hakkı tanımama; nihâyet kendini tembellik ve miskinliğe atma kolaycılığıdır.

Leon E.Halkın’ın, bu konudaki değerlendirmesi oldukça anlamlıdır: "Bazıları bizzat geçmişin kendisine bağlanmakta; halbuki başkaları geçmişin gelişmedeki rolü hakkında kafa yormaktadır. Birinciler, tarihte bir kaçış imkânı aramakta, diğerleri ise ondan bir açıklama değeri beklemektedir."

Kökü Mâzide Âti’nin Zirvelerini Tutmak

Buraya kadar sözünü ettiğimiz hususlar hakkında Erol Güngör; tarihe nasıl yaklaşmamız, hangi çerçevede irtibat kurmamız ve geleceği tesis etmede ona ne tür bir rol biçmemiz gerektiğine değinen şu görüşleriyle önemli bir fikir vermekte ve sağlam bir bakış açısı sunmaktadır:

"Tarihimizin büyüklüğü bizim için kuvvet kaynağıdır. Derme-çatma bir millet olmadığımız için, bazı aydın çevrelerin bütün yürek karartıcı sefâletine rağmen, gururumuz ayakta kalıyor ve gelecek için büyük ümitler besleyebiliyoruz. Dün büyük olduğumuz gibi, yarın da büyük olabileceğimizi düşünüyoruz... Bu tarih şuuru sâyesinde arkamızda sonsuz bir geçmişin bulunduğunu ve önümüzde sonsuz bir geleceğin bulunabileceğini düşünüyor, bu düşüncenin verdiği azim ve metânet içinde hareket ediyoruz."

Netice îtibâriyle, sırtımızı mâzinin ulvî değerlerine yaslar ve gür kaynaklarından beslenirsek; günün şartlarına göre kendimizi sürekli yenileyip zinde tutar, azim ve irâde ile de kuşanırsak; dün olduğu gibi gelecek yüzyılların da bizim olması ve bütün zamanlara mührümüzü vurup hakettiğimiz yeri her zamanki gibi yeniden almamız imkân dahilindedir. Bilhassa da, mâzinin gerisinde kalıp düşkünleştiğimiz ve zaafa uğradığımız; daha kötüsü çağa yenik düşüp geçmişin tatlı hülyâlarının gözümüzde tüllendiği şu zamanda, tarihin diriltici iksirine en fazla ihtiyâcımızın olduğu su götürmez bir hakîkattir.

Tarihe Yaslanmak; Parlak Geleceğin Habercisi

Bizi biz yapan hasletlerimizden uzaklaşmadığımız, öz dinamiklerimizden kopmadığımız, kendimize güven hissimizi yitirmediğimiz ve tabiî ki mâziyle doğru ve sıkı bağımızı kesmediğimiz takdirde geleceğin zirvelerinde arzuladığımız mevkiye erişerek tarihî yürüyüşümüzü devam ettireceğimizin en büyük habercisi yine tarihtir. Bu gerçeği; insanı heyecana sevkedip âdetâ iliklerine işleyen ve muazzam bir dinamizm ve ideal aşılayan Tahsin Banguoğlu’nun şu müthiş sözleriyle taçlandırmak yerinde olacaktır:

"Biz tarih boyunca lider millet olageldik. Yeni çağda da taklitçi, kuyruk bir millet olamayız. Medeniyet yarışında ileri, kültür alanında müstakil ve iddialı bir millet olacağız. Geleceğin tarihinde de bir misyonumuz bulunmalı... İnanıyoruz ki, bu yoldan giderek taklitçilik duvarını aşacağız. Kendi kültürümüzün, kendi manevî hayatımızın kaynaklarına ulaşacağız. Kendimizi, kendi kişiliğimizi bulacağız. Kendimize geleceğiz."

Mâziye Bağlılık ve Milletin Varlığı

Bunu mümkün kılacak en önemli reçetelerden biri de, mâziye bağlılıktır. Çünkü, mâziye bağlılık, milleti millet yapan ve onu diğerlerinden özgün kılan en hayatî dinamiklerdendir. Mâzinin bağrında taşıdığı değerler, milletin kendi benliğini bulması ve korumasını sağlayarak; ona millet olma bilincini aşılar ve hayatla daha kuvvetli bağlar kurup onu anlamlı ve yaşanılır hâle getirir.

Hayat mücadelesinde, kendi olarak varlığını sürdürüp; başka milletlerin esâret ve boyunduruğu altına girmeden, hür ve bağımsız yaşama duygusunu besleyen kaynakların başında yine o gelir.

O, toplumları diri, dinamik ve heyecanlı tutan en önemli iksirlerdendir. Toplumsal hâfızayı, mâşerî vicdanı ve kollektif şuuru canlı ve işlek yapan yeri doldurulmaz dinamolardandır. Bugünü ve yarını mâmur ve müreffeh duruma büründürmede muazzam bir güç, moral ve şevk veren coşkun bir menbâdır.

Bütün bunların kaybıysa; kişiliksiz, haysiyetsiz ve manasız bir hayatı ve mevcûdiyeti bir yük gibi taşımak, günü birlik kaygılara gebe olmayı kâr saymak; hasılı özgür yaşamakla asalak veya köle olarak yaşamak arasında hiçbir fark görmemek demektir.

Mâziye Hürmet, İstikbâlin Sigortası

Bu yüzden, bir millete yapılacak en büyük fenâlık; onu bugünkü ve yarınki varlığının can damarı seviyesindeki mâzideki değer ve dinamiklerinden koparmaktır. Zirâ, bu değerler, millete asâlet ve ruh bahşeden birer kök gibidirler; onları çürütmeye kalkışmak; varlık temellerini kurutup baltalamak ve zamanla devrilip yok olmakla eşdeğerdir.

Şanlı geçmişimizle ve ona hayat veren kaynaklarla irtibatımızı kopardığımız takdirde, zamanın acımasız dişlileri arasında öğütülmemiz, hâdiselerin amansız dalgaları karşısında zaafa düşüp önü alınmaz bozgunlar yaşamamız kaçınılmazdır.

Dolayısıyla, bize aydınlık ve mutlu bir gelecek hazırlayabilmek uğruna hayatlarını fedâ eden ve şanla ve şerefle dolu zengin bir mîras bırakan atalarımıza bağlılık ve hayırla yâd etmek; onların hakkı, bizim için de bir vefâ borcudur. Atalarının hâtırâ ve mezarlarını muhafaza etmeyen milletler, onlara en büyük hakâret ve ihâneti yaparlar. Aslında, ölülere hürmet, "gelecek adına dirilere bahşedilen bir emniyettir."

Geçmişini Reddeden Haramzâdedir!

O hâlde, mâziye hürmet ve muhabbet boynumuzun borcudur. Nezâket ve terbiyemizi bozmadan, onların hatâ ve kusurlarından dersler çıkartıp geleceğe daha emin adımlarla yürürken; güzel ahlâk, meziyet ve fazîletlerini de benimseyip hayatımıza ve şahsiyetimize sindirmeyi şiar edinmeliyiz.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunun ölçüsünü ne kadar da güzel takdir buyurmuşlar: "Ölmüş gitmişlerinizin kötülüklerini sayıp dökmeyin, iyiliklerini zikredin."

Hatâları ve sevaplarıyla geçmiş topyekûn kabullenilmeli; küllî, yapıcı ve ilmî bir metodolojiyle yaklaşılmalıdır. İdeolojik önyargılarla yaklaşmak, bizi kabahatlerin en büyüğüne; tarihle kavgaya ve neticede onu inkâra sürükler.

Geçmişini reddeden ise haramzâdedir. Azerbaycan millî şâiri Bahdiyar Vahabzâde’nin de dediği gibi; "geçmişine top atan, geleceğine gülle atar!" Bu ise kendini inkâr psikozuna yol açar ki; telâfisi mümkün olmayan tahribat ve yaralara sebep olur. Milletin varlığını ve ruhunu âdetâ kene gibi kemirir.

Çâre: Mâziyi Heyulalaştırmadan Geleceği Kucaklamak

Temellerimizi ve istikbâlimizi dinamitleyeceği vehmiyle tarihe pencerelerimizi tamamen kapatmak; hatta ambargo uygulamak gaflet değilse de divâneliktir.

Geçmişe bağlılık, eğer yeniden yaşamak anlamında geçmişi olduğu gibi geri getirmekse geriliktir; ama ilerilik adına geçmişi tamamen reddetmek ve iyilik ve güzelliklerinden yüz çevirmek ise; aslâ çağdaşlık olamaz.

Erol Güngör bu konuda şu isâbetli analizleri yapmaktadır: "...Bunları korkutan, geçmişe duyulan hayranlığın Türkiye’yi eski rejime götürebileceğidir... Geçmişimizden hoşlanmayanlar, o geçmişin kolayca geri gelebileceğinden korkuyorlar; bu yüzden geleneklere bağlı olanları eski devri hortlatmakla suçluyorlar."

Mâziyi heyulalaştırmanın; komplekse dönüştürüp yapay düşmanlıklar üretmenin meydanı hâline sokmanın ne kadar yersiz, mânâsız ve sağlıksız bir vaziyet olduğuna ve bu dertten kurtuluşun devâsının yine kendi içinde bulunduğuna ise Güngör şöyle temas etmektedir: "Eski zamana şahsen hasret duyan kimseler çıkabilir; fakat ilerilik aşkıyla tarihe engel olanların bütün gücü de onlara katılacak olsa, yine hiç kimse eskiyi geri getiremez... Dolayısıyla, olmayacak şeyler üzerine korkular binâ etmenin hiçbir faydası olamaz."

Son tahlilde, "kökü mâzide âtî" esprisi çerçevesinde, parlak ve güçlü bir geleceğin inşâsında mâziyle, kuvvet ve mâneviyat takviyesi almak noktasında bağları sıkı tutmak şüphesiz geleceğimizin selâmet ve saâdeti nâmına hayâtiyet arz etmektedir.

Tanzimat’tan beridir, tarihimizle ve dolayısıyla kendimizle uğraşmaktan bir an evvel vazgeçip; bundan hâsıl olan zaman ve enerji kaybını, ilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlediği şu modern çağda telâfi etmenin imkânsızlığını, yaşadığımız onca tecrübeden sonra süratle idrak edip; geleceğe sağlam adımlarla yürüyüşümüzü sürdürmek ve hakettiğimiz mevkiye erişmek içinde bulunduğumuz ortamda yegâne hedefimiz olmalıdır.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar